top of page

Rumeli Feneri

Güncelleme tarihi: 24 Mar 2022


Değerli ve çalışkan muhtarımız Aslı Akyüz Hanım, Mahallemizin web sitesinde Ocak 2019’da yayınlanacak AYIN YAZISI’NI benden isteyince, söz konusu bölümün konusuna uygun olarak YAKLAŞAN YEREL SEÇİMLER VE MAHALLEMİZ adlı bir yazı hazırladım.

Onunla birlikte, bugünlerde yazdığım ve yayıncı diliyle “dumanı üzerinde” bir yazımı da, komşularımıza yeni yıl hediyesi olarak AYIN MAKALESİ bölümünde yayınlanmak üzere gönderiyorum.

2019 yılının ülkemize güzellikler getirmesini diliyorum.

RUMELİ FENERİ

Bulundukları yerlerden çevrelerine saçtıkları ışıklarla, engin denizlerde yol alan denizcilere yol gösteren yapılardır deniz fenerleri.

Genellikle, denizlerin hemen kıyısında ve çoğunlukla yerleşim yerlerinden uzaktadırlar.

Ulaşılması o zor yerlerde bazen tek başına, bazen ailesi ile birlikte yaşayan, arıza anında müdahale etmek için hazır bekleyen fener bekçileri bulunur.

Şöyle bir düşünün; gece yarısı zifiri karanlıkta Karadeniz’de yol alan ve İstanbul Boğazı’na ulaşmaya çalışan bir geminin kaptanısınız. Ufukta, Boğazın Rumeli yakasının en ucundan (Ben, Trakya yakası demeyi daha çok seviyorum) size ışığını gönderen ve koordinatlarından Rumeli Feneri olduğunu bildiğiniz fenerin ışığını görünce neler hissedersiniz?

Biraz daha dikkat ederseniz, boğazın en geniş yeri olan bu bölgede, onun 3,5 km doğusundan ışık gönderen Anadolu Fenerini de görürsünüz. Belki de dünyanın en zor su yollarından biri ve denizcilerin yüzyıllardır korkulu rüyası olan İstanbul Boğazı’na yaklaşmaya başlarsınız. O ışıklara bakarak hesaplarınızı yapar, telsiz görüşmeleri sonucu müsaade aldıktan sonra yavaş yavaş boğazın insanı tedirgin eden sularına girersiniz. Kendinize tam olarak güvenemiyorsanız bir kılavuz kaptan istersiniz. Bu sular tehlikelidir. Kuzey-güney yönünde 2-5 deniz mili hızında bir akıntı vardır. Hava her zaman açık değildir. Bazen fırtınalı, bazen yağmurlu, bazen karlı, bazen sislidir. Yüzeyin 40 metre altında bu defa güney-kuzey yönünde akan bir de ters akıntı vardır. Boğazın derinliği 50-70 metredir, en dar yerine yakın iki noktada 100 metreyi aşar. En dar yeri Rumeli Hisarı ile Anadolu Hisarı arasıdır ve sadece 700 metredir.[1]

RUMELİ FENERİ’NİN TARİHİ

Gelin bu çok özel fenerin tarihine kısaca göz atalım.

Ülkemizde 354 deniz feneri olduğu söylenir.

Bugün gördüğümüz Rumeli Feneri yaklaşık 160 yaşındadır. 1853-1856 yıllarındaki Kırım Savaşında, Fransız ve İngiliz gemilerinin Boğaz girişini görebilmeleri sorun olur. Zamanın Padişahı Sultan Abdülmecid tarafından 20 Ağustos 1860 tarihinde verilen 90 yıl süreli imtiyaz ile Fransızlar yeni bir fener yapmak için Anadolu Feneri ile birlikte inşaata başlarlar. İmtiyaz, sürenin dolmasına 17 yıl kala, Cumhuriyet Yönetimi tarafından 1933 yılında iptal edilir. Bu arada imtiyaz sahiplerinin ciddi miktarda para kazandıkları biliniyor.

Kayıtlarda, 1500’lu yıllardan beri var olan fenerin 1583’de onarıldığı yazılı. Yine kayıtlara göre yüksekliği 120 basamak olup, üzerinde etrafı camlarla kaplı 12 pencereli bir oda ve odanın ortasında, etrafında halka şeklinde sıralanmış fitiller bulunan yağ dolu bir kap vardır. Geceleri fitiller yakılarak ışık vermesi sağlanmaktadır. Aşağıda, Cambridge Üniversitesi Trinity Collage Kütüphanesinde bulunan bir albümdeki 1500’lü yıllardaki durumu görülüyor. Bu, fenerin en eski çizimlerinden biridir.[2] Geniş bir taş kaide üzerinde tuğladan inşa edilmiş çokgen bir gövde vardır.

Fenerin bulunduğu köyün antik çağlardaki adı Panium Burnu, Bizans dönemindeki adı ise Fanaraki veya Fanariyan Burnudur. Fenerin hemen önündeki kayalıkların Osmanlı dönemindeki adı Kanlı Kayalar’dır. Sonraları Kocataş, Körtaş, Mavi Kayalar ve Kızılkaya da denilmiştir. Bugün bu kayalıklara Öreke adı veriliyor.

Burunda, tarihi Bizans dönemine kadar giden bir hisar kalıntısı da vardır. Bugün gördüğümüz hisar, Osmanlı hizmetine girmiş bir Rum askeri mühendis tarafından inşa edilmiş bir hisarın kalıntılarıdır. Anadolu Kavağında da benzer bir hisar varmış, ama izi kalmamıştır.[3]

MİTOLOJİ VE RUMELİ FENERİ

Boğazın girişinde ve Rumeli Feneri’nin hemen önündeki, Antik çağlardan beri bilinen, mitolojide yer alan ve efsanelere konu olan Öreke kayalıklarına, mitolojiye göre altın postu bulmak için Karadeniz’e doğru kürekli gemilerle yola çıkan Argonatlar da uğramışlardır. Söylentiye göre bu kayalıklar, birbirinden ayrılıp birleşen beş büyük kayadan oluşuyormuş. Hareket ettikleri, birbirlerine yaklaşıp uzaklaştıkları, denizcilere tuzaklar kurdukları, aralarından geçen gemileri sıkıştırarak yuttukları söyleniyormuş.

Argonotlar kayalıkları geçmek için yanlarında getirdikleri güvercinleri kayalara yaklaşınca serbest bırakırlar, kuşların hareketi ile çarpışan kayalıklar açılarak tekrar birleşmek üzere iken Argonotlar gemilerini bu kısa süreden yararlanarak geçirirlermiş. Mitolojiye göre bu fikri argonotlara, bugünkü Garipçe’de oturan ve lanetlenmiş Kral olarak anılan Phineas, kendisine yardım ettikleri için vermiş.[4]

Gerçekte tabii ki böyle bir şey yok. Her şey gel-git hareketinin sebep olduğu bir algıdan ibaret.

Bizans döneminde kayaların en büyük ve en yüksek olanının tepesine, gemilere yol göstermek için dikilmiş Pompei Sütunu adlı bir sütun vardı. Küçük bir Apollon Tapınağı bulunduğu da söyleniyor. Sütun 1680 Nisan’ında yıkılmış, 1800’e gelindiğinde de tamamen yıkılmıştır. Günümüzde bu kayalardan faydalanılarak balıkçı limanı için bir dalgakıran yapılmış ve kayalar karaya bağlanmıştır!