1974 de benim hayatımda çok kritik ve ilginç bir yıl oldu. O yıl liseden mezun olacaktım ama, önümde aşılması gereken üç kademe sınav vardı. Liseyi çok, ama çok zorlanarak Eylül’de, matematik ve biyoloji ikmal sınavlarından geçerek bitirebildim. Aynı gün, Boğaziçi mühendislik fakültesini kazandığım haberi geldi. Aldığım puan Boğaziçi mühendislik fakültesinin öğrenci kabul ettiği en düşük puanın sadece 0.35 puan üstündeydi. İnanılmaz bir gün oldu benim için 6 Eylül 1974. Hem mezuniyet, hem Berlin Teknik Üniversitesi’ne, hem de Boğaziçi’ne kabul olmak. Galiba tanrı olaya müdahale etmişti.
Ama gün daha da enteresan bir şekilde bitti. O zamanlar anne ve babamla İstanbul Nişantaşı’nda otururduk. Dedem ve ninem ise 3.Levent’te. Şehrin yoğun yaşantısından uzak, bahçeli evlerin bulunduğu bir semt olduğu için, benim çocukluk ve gençlik yaşamım ağırlıklı olarak Levent’te geçmiştir.
İşte o gün yine Levent’e gitmek için yola çıktım. Çok stresli bir yazın, yine çok stresli bir günü idi. O zamanların meşhur sinemalarından Site’nin karşısındaki otobüs durağına geldim ve otobüs beklemeye başladım. Saat 14:00 civarı ve çok sıcak bir gündü. Etraf da bayağı tenhaydı ve durakta benden başka kimse yoktu. Üzerimde Eros marka sarı bir penye, blucin ve Converse basketbol ayakkabıları vardı. 45 dakika otobüs bekledim. Derken Magirus marka, 50A Yeni Levent-Tünel otobüsü geldi. Şoför sıcaktan ön kapıyı açık bırakmıştı. Bana şöyle bir baktı ve durmadan yola devam etti. Tüm yılın stresi üzerimde, otobüsün peşinden koşmaya başladım. Ne de olsa gençlerde 100m İstanbul birinciliğim vardı. Şişli Etfal Hastanesi kavşağında trafik ışıkları kırmızıya dönünce otobüsü yakaladım ve açık olan ön kapıdan içeri daldım. Şoföre bağırıp çağırmaya başladım. Küfretmedim ama, ‘devletin malıyla amme hizmeti verirken nasıl durmazsın, kendini üstündeki üniformayla padişah mı sanıyorsun?’ diye adama bağırarak, bilet almak için arkaya doğru yürüdüm. O zamanlar İstanbul’da otobüslere normalde arkadan binilirdi ve arka kapıda biletçi bulunurdu.
Fakat siniri tepesinde olan herhalde bir tek ben değildim. Bir süre sonra, hala söylenmekte olan bana iyice tepesi atan şoför, beni sendeletmek için ani bir fren yaptı ve yerinden kalkıp üzerime gelmeye başladı. İri kıyım, güreşçi tipli bir adamdı. Neyse ki benim boyum, dolayısıyla, kollarım onunkinden uzundu. O bana vuramadan ben onun suratına iki yumruk attım. Gözündeki gözlüğün buruna oturan kısmı burnuna girdi ve kanamaya başladı. Ancak adam durmuyor, üzerime doğru yürümeye devam ediyordu. Ben vuruyorum, o ilerliyordu. O arada t-shirt’ümü de yırtmıştı. Sonunda arka kapıya geldik. Biletçi o an düğmeye basarak arka kapıyı açtı da dayak yemeden otobüsten inebildim.
Ancak otobüsten indiğim yer, şimdi Cevahir Alışveriş Merkezi’nin olduğu yerdi ve İETT’nin Şişli otobüs garajıydı. İndiğim yerde de vardiya çıkışı otobüs bekleyen pek çok şoför ve biletçi vardı. Burnundan kanlar fışkıran meslektaşlarını görünce üstüme yürüdüler. Ben atik bir hareketle aralarından sıyrılıp, Mecidiyeköy yönüne koşmaya başladım. Fakat, daha önce Osmanbey Şişli arası da 200 metre sprint yapmış olduğumdan fazla koşacak durumda değildim. Bir gurup İETT mensubu ise otobüse binmiş beni izliyorlardı. Sonunda kendimi Mecidiyeköy’de Doğuş Holding binasına attım. Her kat arasında merdiven boşluğunda tuvaletler vardı. İki kat yukarıda birine girdim. Klozetlerin olduğu bölmelerden birine saklanıp, kapıyı da kilitledim.
Ancak kapıların altı ve üstü açıktı. Biraz sonra sesler gelmeye başladı. Katlarda beni bulamayan gurup, tuvaletlere bakmaya başlamıştı. Sonunda benim tuvaletin önüne de geldiler. Kapı kilitli olduğundan doğal olarak şüphelendiler. Alttan beni görmeleri olanaksızdı, zira klosetin üstüne çıkmıştım. Kapının üstünden bakmaya karar verdiler. Biri öbürünün sırtına çıktı ve tam içeriye bakmaya çalışırken attığım sıkı bir yumrukla ikisi birden düştüler. Bağrış, çağırış, bir yığın gürültü ve küfür…Arkasından kapıyı zorladılar ama kıramadılar. Sonra bir sessizlik oldu. Derken bir ses duyuldu, ‘kapıyı aç polis!’ İnanmadım. Yine omuz ver sesleri geldi. Ben klozetin üstünde ayaktaydım. Bir adamın yüzü belirince tekrar sıkı bir yumruk patlatacaktım ki polis şapkasını fark ettim.
Hemen inip kapıyı açtım. Polis, ben dışarı çıkar çıkmaz suratıma tokadı patlattı ve ellerime kelepçe taktı. Herkesin bakışları arasında ellerim kelepçeli binadan çıktık. Yolun hemen karşısındaki Mecidiyeköy karakoluna gittik. Bir komiserin odasına aldılar. Bana, ne oldu diye soran komiser, ben daha iki cümle söylemeden bağırmaya başladı ve bir polis memuru çağırarak beni ve şoförü Etfal Hastanesi’ne alkol muayenesine gönderdi. Neyse ki karakolda kelepçe çıkarılmıştı. Polis, şoför, biletçi ve ben bir taksiyle hastaneye gittik.
Acilde genç bir doktor bizleri muayene etti. Raporuna, benim yüzümde ve vücudumda ağır darbe izleri olduğunu yazdı. Şoför içinse ufak tefek çizik gibi bir şeyler rapora girdi. Bir ara polis ve diğerleri doktor tarafından dışarı çıkarıldı ve ben de o sırada doktora raporlarla ilgili itiraz ettim; “Adamın burnundaki kan zor durduruldu, bende ise bir şey yok, niye raporları böyle yazdınız?” diye… Doktor bana saçmalamamamı söyleyerek yan odaya yönlendirdi ve hemen eve telefon et dedi. Ben de babamı aradım. Avukat olan babam telaş içerisinde, poliste dayak atılıp atılmadığını sordu. Hayır cevabını alınca, hemen geliyorum dedi ve kapattı.
Biz de, aynı kadro, hastaneden çıktık. Karakola geldiğimizde komiser beni dışarıda bir sandalyeye oturttu ve burada bekle dedi. Enteresan bir şekilde şoför merdivenin altında parmaklıklı bir mekana yerleştirildi. Az sonra karakolun kapısında hızla gelen bir polis cipi belirdi ve ani bir fren yaptı. Daha araç tam durmadan içerisinden babamın üniversiteden sınıf arkadaşı olan İstanbul toplum polisinin müdürü fırladı. Arkasından yine sınıf arkadaşları olan Eyüp Cumhuriyet savcısı ve babam. Karakolda herkes hazır-ol’a geçmişti. Komiserin odasına geçtiler. Ben dışarıda beklerken, bana tokat atan memur yanıma geldi ve ‘ağabey ben ettim sen etme tokat attığımı söyleme’ diye yalvarmaya başladı. Derken ben ve şoför içeri çağırıldık. Komiser bir köşede tir tir titriyordu. Önce şoför sıkı bir azarlandı. O da ağlayarak, oğlunun Barış Harekatı’yla Kıbrıs’a çıktığını, o yüzden asabının çok bozuk olduğunu anlattı ve benden özür diledi.
Biletçi, şoförün ben arka kapıdan inerken tahta bilet kutusunu arkamdan fırlattığını, üstüne zimmetli biletlerin kaybolduğunu söyleyince, babam kaybolan tüm biletlerin bedelini adama ödedi. Sonra toplum polis müdürü bana kötü bir muamele görüp görmediğimi sordu. Ben de hayır dedim. Bu sayede komiser doğuya tayinden kurtulmuş oldu.
Daha sonra üçü birden tekrar cipe bindiler. Babam giderlerken bana ‘bir daha bizden yardım bekleme, aklını başına al’ dedi. Hayatımdaki ilk ve son kavgam bu şekilde sona erdi. Otobüse binip Levent’e devam ettim.
Yaşamda eğitim çok değişik deneyimlerle de alınabiliyor.
ALPER ELİÇİN
1974 yılında Alman Lisesi’nden mezun olan Alper Eliçin, öğrenimine Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümü’nde devam etmiştir. Ardından, Britanya’da Sussex Üniversitesi’nde Yöneylem Araştırması ve ABD’de Clemson Üniversitesi’nde İşletme alanlarında yüksek lisans yapmıştır.
Alper Eliçin, Dünya Bankası'na değişik projelerde danışmanlık yapmış, Çukurova Metropolitan Bölgesi Kentsel Gelişim Projesi'nde ise proje direktör yardımcılığı görevini üstlenmiştir. Gayrimenkul geliştirme projelerindeki deneyimini zaman içerisinde turizm yatırımlarına yönlendirmiştir. İş yaşamına 1990 yılından itibaren Pegasus Havayolları'nda kurucu ortak olarak devam etmiş, bu şirkette genel müdür yardımcısı ve yönetim kurulu üyesi olarak görev yapmıştır. İstanbul Havayolları'nda da genel müdür yardımcılığı, Kavrakoğlu Management Institute’da başkan yardımcılığı görevlerinde bulunmuştur. Havayolu yönetimi, yeniden yapılandırılması, şirket birleştirme, ayırma ve satın almaları ve gayrimenkul yönetimi konuları uzmanlık alanları içerisindedir. Merkezi Paris'te olan Milletlerarası Ticaret Odası Havacılık Komitesi'nde uzun yıllar Türkiye'yi temsil etmiş, Türkiye Havacılık Vakfı Yönetim Kurulu Başkanlığı ve Türkiye Özel Sektör Havacılık İşletmeleri Derneği Başkan Yardımcılığı görevlerinde de bulunmuştur.
2008 yılında BCD Eğitim ve Danışmanlık Ltd’nin kurucu ortağı olmuştur. Halen serbest danışman ve eğitmen olarak çalışmakta, zaman zaman AB’de havacılık konusunda serbest danışmanlık yapmaktadır.
Bugüne kadar Türkiye, KKTC, Rusya, Gürcistan, Romanya, Mısır, Umman, Belçika, İsviçre ve Avusturya’da eğitimler vermiş, danışmanlıklar yapmıştır
Çok iyi düzeyde Almanca ve İngilizce bilen Eliçin, dağ tırmanışları ve doğa yürüyüşlerine ilgi duymakta olup Ağrı ve Musa dağları tırmandığı dağlar arasındadır. Okumak ve seyahat etmekten büyük zevk almaktadır.
Comments