top of page

Cumhuriyet’in ve Atatürk’ün 1923-1938 Dönemi İktisat Politikaları

Güncelleme tarihi: 1 Ara 2023

Cumhuriyet’in ve Atatürk’ün 1923-1938 Dönemi İktisat Politikaları

Erol Kuntsal


Türkiye’de 1923-1938 döneminde 15 yıl boyunca uygulanan iktisat politikalarını üç ayrı dönemde incelemek mümkün. (1) 1923-1929 arası dışa açık, devlet eliyle özel sermayenin teşviki dönemi. (2) 1930-1932 arası özel sermayeye dayanan himayecilik ve ithal ikamesi dönemi. (3) 1933-1938 arası devletçilik ve himayecilik sentezi.

1923-1929 Dönemi

Genç Cumhuriyet, ekonomi politikaları ile de dünyaya kendini ispat etmek istiyordu. İktisat politikalarının tespiti için konuşmak, tartışmak ve ortak bir karara varmak için, Cumhuriyet tarihimizdeki iki büyük İktisat Kongresi’nin ilki İzmir’de yapıldı.

İzmir İktisat Kongresi (17 Şubat-4 Mart 1923): İktisatçıların her zaman hatırladığı kongrenin yapılmasını bizzat Atatürk istemiş, açılışında önemli ve tarihe geçen bir konuşma yapmıştı. İzmir'in kurtuluşundan 5 ay sonra ve Lozan Antlaşması'nın imzalanmasından 4 ay önce toplanan Kongre, Kurtuluş Hareketi’nin iktisadi yönünü göstermesi bakımından, son derece önemlidir. Atatürk, Kurtuluş Savaşı yıllarında bile Türk toplumunun ekonomik ve sosyal konularına büyük önem vermişti. Savaşın bitiminde Asıl Kurtuluş Savaşı bundan sonra başlıyor diyerek yeni Türkiye’nin ekonomik savaşını ve toplumsal gelişimini vurgulamıştı. Kongrenin kararlarını şöyle sıralamak mümkün; (1) Hammaddesi yurt içinde olan sanayi dalları kurulması gerekmektedir. (2) El işçiliğinden ve küçük imalattan süratle fabrikaya veya büyük işletmeye geçilmelidir. (3) Devlet yavaş yavaş iktisadi görüşleri de olan bir organ haline gelmeli ve özel sektör tarafından kurulamayan teşebbüsler devletçe ele alınmalıdır. (4) Özel sektöre kredi sağlayacak bir Devlet Bankası kurulmalıdır. (5) Dış rekabete dayanabilmek için sanayinin toplu ve bütün olarak kurulması gerekir. (6) Yabancıların kurdukları tekellerden kaçınılmalıdır. (7) Sanayinin teşviki ve milli bankaların kurulması sağlanmalıdır. (8) Demiryolu inşaat programına bağlanmalıdır. (9) İş erbabına amele değil, işçi denmelidir. (10) Sendika hakkı tanınmalıdır. Kongrede alınan kararlar, sonraki yıllarda mümkün olduğu kadar uygulandı.

Cumhuriyet’in Osmanlı’dan Devraldığı Borçlar: Osmanlı’dan kalan Düyun-u Umumiye borçları ve I. Dünya Savaşı tazminatları, Cumhuriyet’in bütçesini zorlamaya başladı. 1924 bütçesinin 7,5 katı olan borç ödemesi, kalkınmanın istenilen hızda olmasını engelliyordu. Osmanlı’da ilk yurtdışı borçlanma Padişah Abdülmecid tarafından 1854’de Kırım Savaşı’nın finansmanı için alındı. 3,3 milyon Osmanlı altın lirası olan bu borçlanmanın ardından defalarca borçlanan Osmanlı, borçlarını ödeyemeyecek duruma gelince alacaklı ülkeler tahsilat için 1881’de, Düyunu Umumiye’yi kurdular ve Osmanlı maliyesinin büyük bölümünü teslim aldılar. Borçlar Lozan Antlaşmasıyla imparatorluğu oluşturan ülkelere paylaştırıldı. 1928’de borçların ödenme takvimini belirlemek üzere yapılan Paris Sözleşmesiyle Türkiye Cumhuriyeti’ne düşen Osmanlı borçlarının toplamı, faizler dahil 107,5 milyon altın lira olarak belirlendi ve ödeme takviminin sonu 1955 yılı olarak tespit edildi.

Türkiye'nin 1929 krizinin yarattığı ortamı da ileri sürerek Osmanlı borçlarının hafifletilmesi, aksi taktirde bu borçların ödenmeyeceği yolundaki başvurusu üzerine toplantılar 1930’da başladı ve borç 1933’de imzalanan Paris Sözleşmesiyle 8,5 milyon altın liraya düşürüldü. Osmanlı'dan devralınan 107,5 milyon altın lira tutarındaki toplam borcun yüzde sekseninin silinmesi büyük bir diplomatik başarıdır. Ödemeler 1954’e kadar sürdü. Osmanlı İmparatorluğu ilk dış borçlanmayı 1854’de yaptığına göre borçların tasfiyesi 100 yıl sürdü. Tasfiye konusu borçlar, bankaların ve çeşitli kuruluşların ellerindeki tahvillerden doğan alacaklardı. Kişilerin ellerindeki tahviller anlaşmaların dışındaydı. Bu tahvillerin ve faizlerinin de ödenmesine 1990'lı yılların sonuna kadar devam edildi.

Sonrası: Atatürk’ün düşündüğü ekonomi, Türk toplumunu demokrasi ve özgürlük içinde refaha ve uygarlığa kavuşturacak bir ekonomiydi. Cumhuriyetin ilk yıllarında gelişmeye en elverişli kesim tarımdı. Tarım, makineleşmenin teşviki ve Aşar Vergisi’nin kaldırılması ile desteklendi. Aşar vergisi; Osmanlı döneminde köylülerden, ürettikleri tarım ürünleri için son uygulamada %10 oranında alınan vergi idi. Osmanlı Devleti’nin temel gelir kalemini oluşturan bu vergi, arazi para ile sulanıyorsa yirmide bir oranında verilirdi. Sanayii teşvik etmek ve geliştirmek için çeşitli ayrıcalıklar verildi. Türkiye'nin iç koşullardan kaynaklanan sıkıntıların yanında 1929 Dünya Bunalımı ülke ekonomisini zorladı. Cumhuriyet’in ilk bütçesi 1 Mart 1924’de yapıldı.

1923-1929 döneminde izlenen politikalara ve çok kısıtlı ekonomik olanaklara karşın, özellikle eğitim, ulaştırma ve tarımın güçlendirilmesi büyük ölçüde başarıldı. Atatürk ve arkadaşları, siyasal ve kültürel aydınlanma devrimleriyle laik temellere dayanan Cumhuriyet’i kurarlarken, zorlu koşullara rağmen ekonomik konularda da ilerlemeye çalışıyorlardı. Atatürk’ün iktisat politikasında, makroekonomik istikrar en önde geliyordu. Enflasyonsuz para politikası, Cumhuriyet tarihinde sadece Atatürk zamanında uygulanabildi. İsmet İnönü; “Hükümet olarak ödeme yapamayacak duruma düştüğümüz olurdu. Gider konuşurdum. Birkaç milyon liralık emisyonun bizi ferahlatacağını anlatmaya çalışırdım. Bir defa bile ‘evet’ dedirtemedim.” diyordu.

Cumhuriyet’in ilk kalkınma modeli, bireylerin zenginleşmesi ile devletin zenginleşeceği beklentisi üzerine kuruldu. Bunun yolu da Devlet Bankaları ve İş Bankası kredilerinin müteşebbislere verilmesiydi. Ancak bunun ölçüsü bir süre sonra kaçmaya başladı. Bazı müteşebbisler ve hatta Milli Mücadeleye katılmış bazı kişiler, teşvikleri kendi çıkarları için kullanıp yabancı şirketlerin yönetim kurulu üyesi, pay sahibi, temsilcisi veya iş takipçisi oldular. Başbakan İnönü bu durumdan rahatsızdı. Özel girişimci yaratma politikası sonuç vermiyordu. Geniş ve uygun teşviklere rağmen, çok yetersiz sonuçlar ortaya çıktı. İktisadi kalkınmanın özel teşebbüs eliyle yapılamayacağını anlaşıldı. Kıt kaynaklar, sanayi yerine, ticarete ve spekülasyona yöneldi. Sermaye sahibi olanların sanayiye girememesinin nedenlerinden biri de dönemin koşullarıydı. 1929 Dünya Ekonomik Bunalımı, her ülkenin ekonomisini olumsuz etkiledi, dengeleri altüst etti. New York Borsası’nda başlayan panik önce ABD’yi, ardından bütün Avrupa’yı sarstı. Sovyet Rusya en az etkilenen ülke durumundaydı ve uyguladığı planlı ekonomi politikasıyla ciddi başarılar elde ediyordu. Ekonomik çöküntünün etkileri tüm ülkelerde 1930’lu yılların sonlarına kadar sürdü.

Cumhuriyetin ilanı ile birlikte güçlendirilmeye çalışılan Türk ekonomisi de dünya ekonomik bunalımından etkilendi. Dış ticaret açığı büyüdü, Türk Lirası’nın yabancı paralar karşısındaki değer kaybı hızlandı. Dış ticaretimiz, genelde tarımsal ürün ve işlenmemiş maden ihracatından ve sanayi ürünleri ithalatından oluşuyordu. Bunalımda, tarım ürünleri fiyatları bütün dünyada büyük oranda düştü. Bu durum, Türk ekonomisinin sarsılmasına ve dış ticaret dengesinin bozulmasına sebep oldu. Türkiye Cumhuriyeti için 1929 yılının ikinci önemli sıkıntısı, Osmanlı’dan kalan, ödemesi o yıl başlayan ve genel bütçe harcamalarının önemli bölümünü oluşturan yıllık dış borç ödemeleriydi.

1930-1932 Dönemi

Gelişmeler, hükümeti yeni şeyler Düşünmeye yöneltti. Sermaye birikimi çok yetersizdi. Kamu müdahalelerine rağmen durgunluktan çıkılamıyordu. Osmanlı borçları, yeni yatırımlar ve kamulaştırma giderleri, iç ve dış finansman bulmayı gerektiriyordu. İzmir İktisat Kongresi’nde benimsenen liberal çizgiye yakın politikalar beklenen sonucu vermiyordu.

Yeni Arayışlar ve Sıkıntılar: Mart 1930’da Ekonomi Bakanlığı tarafından “İktisadi Vaziyetimize Dair Rapor” adlı bir belge Başbakanlık’a sunuldu. Hükümet “İktisadi Program” adlı bir belgeyi TBMM’ne sundu. 1923’te İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’nden yedi yıl sonra, Ankara’da 1930 Sanayi Kongresi yapıldı. Önlemler almak ve bunalımı en az zararla atlatmak için çaba gösterildi.

Atatürk, halkın şikayetlerini dinlemek, iktisadi ve toplumsal durumu yerinde incelemek için bir uzmanlar heyetiyle birlikte uzun bir yurt gezisine çıktı. 18 Kasım 1930-4 Mart 1931 tarihleri arasındaki bu gezide çok sayıda ili ziyaret etti. Atatürk gezide, dünya ekonomik bunalımının geniş kitleler, köylü, küçük üretici, esnaf ve halk üzerindeki etkilerini görmek istedi ve halkın ekonomik durumunun hiç de iyi olmadığını gördü. Ankara’ya döndükten sonra 3 Mart 1931’deki açıklamasında, ciddi önlemler alınmasını istedi. Atatürk, ekonomide radikal bir değişiklik ihtiyacını görüyordu. Rejimin güvenliği için de bunun gerekli olduğunu belirtti. Halkın gösterdiği hoşnutsuzluk Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) iktidarını tehlikeye düşürecek boyutlara ulaşmıştı. Atatürk, 1931 Mart’ında erken seçim kararı aldı ve CHF içinde önemli değişiklikler oldu. İlk kez ekonomik planlama kavramı önem kazandı.

Özel Sektörün Başarısızlığı: Özel girişimcilerin güçlü bir sanayi oluşturabilecek sermaye ve bilgi birikimine sahip olmadığı anlaşıldı. Tüm teşviklere rağmen sanayide gelişme gösteremedi, istenileni veremedi. Özel girişim güçsüzdü. Bu nedenle görev devlete düşüyordu.

Devletçilik: Atatürk, ekonomide liberal politikaları benimsemiş ve özel teşebbüsün geliştirilmesi için çalışmıştı. 1929 krizi, ekonomide devlet güdümünün kaçınılmaz olduğunu gösterdi. Hızlı sanayileşmek için, geliştirilmek istenen sektörlerdeki fabrikaları ve madencilik tesislerini devletin kurması ve işletmesinden başka yol yoktu. Atatürk, Ocak 1931’de İzmir’de, devletçilik kavramını anlatan bir konuşma yaptı. Alınan sonuçlar değerlendirilerek 1930’dan sonra, planlı ekonomiye ve devletçilik politikasına geçildi. Türkiye’nin 1930’lardaki Karma Ekonomi modeli, iktisat biliminin dallarından biri olan Kalkınma İktisadının öncüsü oldu. Önceki dönemde, Devlet ekonomiye az da olsa müdahale ediyordu. 1930'lu yıllarda ise ekonominin her alanına üretici ve düzenleyici oldu.

Atatürk, devletçilik ilkesine karar vermeden önce ABD’deki özel teşebbüse dayanan liberal ekonomik rejimi, Rusya’nın 1917 ihtilali ile uyguladığı komünist rejimi, Hitler ve Mussolini’nin uyguladığı Nasyonal Sosyalist ve Faşist rejimleri incelemişti. Liberal ve Sosyalist modeller arasında uyum sağlayarak, özel ve kamu sektörünün birbirini tamamladığı yeni bir model oluşturdu. Sonraki yıllarda pek çok ülkede Keynesçi bir model olarak uygulanan devletçi görünümlü, aslında devlet ve özel sektörü birlikte değerlendiren bu modele “Karma Ekonomi” adı verilecekti. Bu durumu Falih Rıfkı Atay şöyle özetliyor: “Yeni Türkiye’de devletçilik, bir ekonomik meslek olarak doğmamıştır. Bir tarihi zaruret olarak doğmuştur. Yapılacak şeyleri devletten başka yapabilecek olan yoktu.” O yıllarda kurulan Serbest Fırka’nın liberal ekonomi görüşüne karşı, ilk kez İsmet Paşa, 30 Ağustos 1930’da Sivas demiryolu açılırken yaptığı konuşmada CHF’nın “Mutedil Devletçi” olduğunu açıkladı ve şunları söyledi; “Liberalizm nazariyatı bütün bu memleketin güç anlayacağı bir şeydir. Biz iktisadiyatta hakikaten mutedil devletçiyiz.

Planlı bir şekilde ithal ikameci sanayileşme uygulamaya konuldu. Demiryolu, su, elektrik, havagazı, telefon, tramvay, tünel gibi kamu hizmeti alanlarında faaliyette olan yabancı şirketler için 1928’de başlatılan kamulaştırma, 1931’den itibaren hızlandı. Ekonomiye devlet müdahalesinin en etkin aracı olan Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT) uygulamaya konuldu. Böylece sanayileşme hızlandı. Atatürk, bu konudaki kararlılığının bir örneği olarak Başbakan İnönü’ye haber vermeden 1932’de Maliye Bakanı’nı değiştirdi. Çünkü ona göre ülkenin kısa zamanda gelişmesi, özel sermayenin önündeki bürokratik, kırtasiyeci ve yavaş işleyen yapının değiştirilmesi ile mümkündü. Türkiye 1929 Buhranını karma ekonomik model ile aşmaya çalıştı.

Gerçekleşen Kalkınma: Devletçilik ilkesi, karma ekonomi, planlı ekonomi ve KİT’ler aracılığı ile ekonomik gelişme hızlandı. 1930’dan sonra kurulan Nazilli Basma Fabrikası’nı ziyaret eden Atatürk çok etkilenmiş, fabrikadaki 20 bini aşkın iğin bir anda çalışmasından çıkan sesi duyunca “Bu sesler Türk’ün ulusal müziği olsun” demişti. Tekstil sektörü, 1930’lu yıllardan sonra gelişti. Atatürk ekonomi ile yakından ilgilendi. 12 Eylül 1932’de İktisat Vekili Celal Bayar’ın göreve başlaması nedeniyle şunları söyledi: “Bütün dünyada olduğu gibi memleketimizde de en başta bulunan mühim işimiz, iktisat işidir.” 1. Beş Yıllık Sanayi Planı kabul edildi. Ülkenin sahip olduğu ve ürettiği değerlerin işlenip katma değer yaratılması öngörülüyordu. 1930-1939 yılları arasındaki dokuz yılda Sümerbank ve Etibank kuruldu. Tekstil, şeker, kağıt, demir-çelik, bakır, suni ipek, cam-porselen, kimya, çimento sanayii geliştirildi. Türkiye kendine yeten bir ülke durumuna geldi. Bu dönemde Dünya sanayi üretimi %19 artarken, Türkiye’de sanayi üretimi artışı %90, büyüme hızı dünya rekoruna ulaştı. Kurulan fabrikalar sadece fabrika değil, o bölgeleri dönüştüren ve örnek oluşturan toplumsal araçlardı. Fabrikalarda; işçiler ve yöneticiler için lojmanlar, kütüphane, sinema, tiyatro salonu, spor tesisi ve çevre düzenlemesi yapılmıştı.

1933-1938 Dönemi

1932 yılına gelinceye kadar devletçilik esas olarak içeriksiz bir söz olmaktan ileri gidemedi. Ekonomik planlama fikri prensip olarak 1933’de doğdu. Bu dönemde iktisat politikası üzerinde en etkili olan kişi, iktisat vekili Celal Bayar oldu. 1935’den itibaren ekonomi hızla gelişti.

1935’te İzmir Fuarı’nı açılışına gönderdiği ve Celal Bayar’ın okuduğu mesajda Atatürk, devletçiliğin tanımını Türkiye’ye özgü şartlarda yapıyor ve devletçiliği özel mülkiyet ve girişimi sınırlamak ve küçültmek değil, korumak için geliştirilmiş bir politika olarak ifade ediyordu; “Türkiye’nin tatbik ettiği devletçilik sistemi 19. asırdan beri sosyalizm nazariyelerinin ileri sürdükleri fikirlerden alınarak tecrübe edilmiş bir sistem değildir. Bizim takip ettiğimiz bu yol liberalizmden başka bir sistemdir.“ 1933-1938 yılları arasında 1. Beş Yıllık Sanayi Planı (BYSP) başarı ile uygulandı. 1936’da 2. Sanayi Planı yapıldı.

Atatürk, TBMM’ni son kez 1 Kasım 1937’de yaptığı konuşma ile açtı. Bu konuşması, Türkiye Cumhuriyeti’nin geldiği aşamayı ve sonraki döneme ilişkin ipuçlarını taşıyor; “Ben ekonomik hayat deyince; tarım, ticaret, sanayi faaliyetlerini ve bütün bayındırlık işlerini, birbirinden ayrı düşünülmesi doğru olmayan bir bütün sayarım. Milli ekonominin temeli tarımdır. Bunun içindir ki, tarımda kalkınmaya büyük önem vermekteyiz. Sanayileşmek, en büyük milli davalarımızın arasında yer almaktadır.” diyordu. 1938'de 2. BYSP'nin uygulaması başladı. Ancak, 1939’da II. Dünya Savaşı nedeni ile ertelendi.

Atatürk’ün Devletçilik aklayışını İsmet Bozdağ şöyle özetliyor: “Atatürk devletçilik derken, bugün bizim bir çoklarımızın anladığı devletçilikten bahsetmiyordu. Atatürk, Batıya dönük bir insandı. Batılıydı, tefekkürü Batılıydı. Askerlikten gelen bir pragmatizmi vardı. Bu anlayış içinde Atatürk memlekette bir şeyler yapmak istiyordu. Batıya benzemek, batının ileri gittiği yere gitmek istiyordu. Bu noktaya da müspet ilim yoluyla gidilebileceğine inanıyordu. Talihsizliği çevresinin kuraklığıdır. En iyi arkadaşı İsmet Paşa bir beyanatında ‘Ben başvekil olduğum zaman döviz nedir bilmiyordum’ diyor. Bütün iktisadi hayatımız İsmet Paşa’nın Sovyet Rusya seyahatinde edindiği intibalarla, Celal Bayar’ın Deutche Bank’da edindiği intibaların muhasalasından ibarettir. Atatürk bunların arasında bunalmıştır.

Atatürk’ün 1938’de ölümü üzerine pek çok konuda olduğu gibi ekonomik konularda da onun politikalarından vazgeçilerek katı devletçi denilebilecek ekonomik model uygulanmaya başlandı. Yazımı, Atatürk’ün İktisat konusundaki iki görüşü ile bitiriyorum:

Türkiye Devleti, temelleri süngü ile değil süngünün dahi istinat ettiği iktisadiyat ile kurulacaktır. Yeni Türkiye Devleti bir “Devlet-i İktisadiye” olacaktır. (Ocak 1923’te verdiği demeçten.)

Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar iktisat zaferleriyle taçlandırılmazlarsa meydana gelen zaferler devamlı olamaz, az zamanda söner. (17 Şubat 1923 İzmir İktisat Kongresi açılış konuşmasından.)


Kaynaklar

İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi (İTİA) Mezunları Derneği İstanbul Şubesi, Atatürk Döneminin Ekonomik ve Toplumsal Tarihiyle İlgili Sorunlar, 14-16 Ocak 1977 tarihli Sempozyum Tebliğleri ve Tartışmaları, Eylül 1977.


Fotoğraflar

Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’nın açılışı.

Türkiye'de devlet eliyle kurulan ilk basma fabrikası Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası olup 9 Ekim 1937'deki açılışını Atatürk gerçekleştirmişti ve Cumhuriyet'in 1. Beş Yıllık Sanayi Planı'nın ilk önemli eserlerinden olmuştu.


Yılmaz Özdil’in 14 Şubat 2019 günü Sözcü gazetesinde yayınlanan Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası ile ilgili yazısı:

Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün ekonomi dehasının kanıtlarından biri, Türk tekstilinin temeli kabul edilen Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası'ydı. Ruslara yaptırdı. Krediyi Ruslar verdi. Makineleri Ruslar getirdi. Rus mühendisler kurdu. İşçilerimizi Rus mühendisler eğitti, öğretti. 1937'de bizzat açtı. 2 bin 500 insanımız çalışıyordu. İşçilere kadınlı erkekli balolar düzenleniyordu. 700 kişilik sinema salonu vardı. Haftada altı gün film gösteriliyordu. Tiyatro salonu vardı, işçilerin tiyatro kulübü vardı. Müzik grubu vardı, korosu vardı. Fabrikanın radyosu vardı. Fabrikada piyano vardı. Resim heykel sergileri açılıyordu, bahçesinde havuz, havuzun içinde bronz kadın heykeli vardı. Spor kulübü vardı, Sümerspor… Türkiye'nin ilk alttan ızgaralı futbol sahası oradaydı. Basketbol voleybol sahası vardı, güreş minderi, boks ringi, tenis kortu vardı, bisiklet parkuru vardı. Ameliyathaneli, laboratuvarlı, 40 yataklı hastanesi vardı. Eczanesi vardı. İlkokulu vardı, kadın işçilerin çocukları için kreş vardı. 2018'den değil, 1937'den bahsediyoruz. Giyecek kooperatifi vardı. Fırını vardı. İşçileri şehirden fabrikaya getirip götürmesi için Gıdı Gıdı adı verilen mini treni vardı. Kendi enerjisini kendi üretiyordu, santrali vardı. Nazilli'ye elektrik veriyordu. Fabrika bünyesinde, Nazilli halkına, özellikle genç kızların meslek edinmesi için ücretsiz kurslar düzenleniyordu. Okuma yazma kursu veriliyordu. Civar köylere sağlık personeli gönderiliyordu, hastalar tedavi ediliyor, ücretsiz ilaç veriliyordu. Bölgedeki sıtma salgını, fabrikanın sağlık personeli tarafından kurutuldu. İşçilerin 264 dairelik, toplam 1000 kişilik lojmanı vardı. Hamam vardı, sadece işçilere değil, halka açıktı. Altı ayda bir yöre halkına ücretsiz basma dağıtılıyordu. Demirhanesi, marangozhanesi, dökümhanesi vardı. Başka fabrikalar için malzeme üretimi yapılıyordu. Ar-Ge bölümü vardı. Daha fabrika açılmadan, fabrikada kullanılacak olan pamuk türevleri geliştirildi. Islah çalışmaları sonucunda 28 pamuk çeşidi tescil ettirildi. Bu tescil ettirilen pamuk türevleriyle, tüm Ege bölgesinin pamuk üretimi arttırıldı. Rusya'dan 200 adet pamuk ekme makinesi getirildi. Yine Rusya'dan pamuk tarlasında kullanmak için modern tarım aletleri getirildi, çiftçilere dağıtıldı. Çevreye on binlerce ağaç dikildi. Şehre katkı sağlayan fabrika değil, sosyo-kültürel açıdan şehrin merkezi haline gelen fabrikaydı. Ve bunların hepsini tek kuruş vermeden yaptı. Çünkü, Ruslara ödemeyi narenciyeyle yaptı! Türkiye'nin en modern, en büyük fabrikasını portakal, mandalina, greyfurt karşılığında aldı. Parayla değil, zekâyla akılla kurdu.


218 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

Kurmacalar

bottom of page