top of page

Konaklar Mahallesi’nin İlk Sakini Osmanlı Sultanı III. Selim

Konaklar Mahallesi’nin İlk Sakini Osmanlı Sultanı III. Selim

 

Erol Kuntsal

 

Konaklar Mahallesi web sitesinde Aralık 2021’de yayımlanan “Konaklar Mahallesi’nin Değerli ve Anlamlı Tarihi Eseri - Önce Levent Kışlası’nın ve Sultan III. Selim’in Hünkâr Kasrı, sonra Perili Köşk ve şimdi Türkiye Futbol Federasyonu’nun Levent Binası” başlıklı yazımda, mahallemizdeki kasrın Sultan III. Selim (1761-1808) (Saltanatı: 1789-1807) tarafından 1793’de yaptırıldığını, ilk olarak onun tarafından kullanıldığını, bu sebeple kendisinin mahallemize zaman zaman da olsa gelen ve kalan ilk sakinlerinden birisi hatta ilki olduğunu söylemenin hiç de yanlış olmadığını belirtmiştim.

 

Osmanlı Sultanlarının kişilikleri hakkındaki bir çalışmamda ilgimi çekenlerden biri de III. Selim olmuştu. Oldukça nahif kişiliğine rağmen, gerçekleri ve doğruları gören, bunları düzeltmek için çalışan bir kişi olduğunu görmüştüm.

 

Önceki yazımın içeriği sebebiyle kendisinden çok az bahsedebildiğim için bu yazımda o eksiği tamamlamak ve makale sınırları içinde de olsa bu eski “komşumuzu” sizlere daha iyi tanıtmak istiyorum.

 

Osmanlı İmparatorluğu’nda 36 defa tahta çıkma yaşanmıştır. II. Murat, II. Mehmet (Fatih) ve I. Mustafa ikişer defa tahta çıktıkları için, aslında Sultan sayısı 33’tür. Bu sıralamaya göre Sultan III. Selim, 28. Osmanlı Sultanıdır.

 

Hayat Hikayesi

 

Yaşamı sadece 47 yıl sürmüş.  Hayatını üç dönemde özetleyeceğim: (1) Doğum ve şehzadelik, (2) Sultanlık, (3) Sultanlığının sonu ve hazin ölümü.

 

Doğum ve Şehzadelik (1761-1789)

Babası III. Mustafa (1717-1774) (saltanatı 1757-1774), annesi güzelliği ile ünlü Gürcü asıllı Mihrişah Sultan’dır (1745-1805). Şehzadeliğinde beş yaşındayken eğitim verilmeye başlandı. Oğlunu teftişlere götürerek küçük yaşta deneyim kazanmasına dikkat eden III. Mustafa kahrından öldüğünde Selim 13 yaşındaydı. Tahta geçen amcası I. Abdülhamit geleneğe uyup onu Kafes Kasrı’na koydurdu ama bir ölçüde özgürlük tanıyarak, dış dünya ile temasına izin verdi. Kafeste geçen 15 yıl boyunca müzikle uğraştı, besteler yaptı, güzel Türkçesi ile şiirler yazdı, fırsat buldukça amcasının yönetimini eleştirmekten çekinmedi.

 

1785'te, Halil Hamid Paşa’nın I. Abdülhamit'e komplo düzenlediği, amacının Selim'i tahta çıkarmak olduğu ortaya atılınca zehirlenip öldürülmesi tasarlandı. Suikasttan, zehirleyecek cariyenin sevgisi sayesinde kurtuldu. 1789'a kadar süren sıkıntılı gözaltı yıllarında topçuluk hakkında bir kitap yazdı, gizlice dış dünyada olanları izlemeye çalıştı. Avrupa'da gelişen sanayii, askerliği ve toplumsal yapıyı öğrenmek için 1786'da Fransa Kralı XVI. Louis’le İstanbul'daki Fransa Elçisi aracılığıyla mektuplaştı. Elçi, Selim'i, geleceğin Büyük Petro'su olarak görüyordu. Prusya Kralı Friedrich'le babası III. Mustafa'nın dostane mektuplaşmaları dikkate alınırsa, baba-oğulun Batı dünyasına bakışlarındaki benzerlik anlaşılır.

 

I. Abdülhamit, Özi kalesinin Rusların eline geçtiğini haberini aldığı gece derin acıdan ölünce tahta davet edildi ve sabah Babüssaade önünde tahta çıktı. Annesi görkemli bir törenle Eski Saray’dan Topkapı Sarayı’na geldi ve III. Selim tarafından karşılandı. Yaşlı dört padişahtan sonra genç ve çok şeyler beklenen bir padişahın tahta çıkması ülkede sevinç yarattı. Devletin ileri gelenlerinin çoğu da Selim'in padişahlığını sabırsızlıkla bekliyorlardı. I. Abdülhamit’i ihtiyar, iradesiz buluyorlar ve Selim gibi genç, ateşli, yeni düzen için düşünceleri olan bir şehzadeye ümitle bakıyorlardı.

 

Sultanlık (1789-1807)

İmparatorluğun ciddi sorunlarla karşılaştığı zor bir dönemde, bu sorunlara çözümler bulmak zorunda kaldı. Sadrazam Koca Yusuf Paşa cephede olduğundan, Revan Köşkü’ndeki toplantıda eğitimi ve dünya görüşü sebebiyle bütün sorunlarla doğrudan ilgilendi. Oluşturulan komisyon 72 maddelik bir reform programı hazırladı. Her bir madde için yasalar yayımlandı. Ancak bazı menfaat odakları, yardımcı olmak yerine gizli veya açık muhalefet ediyorlardı.

Yaptığı ve yapmaya çalıştığı işler beş gruba ayrılabilir: (1) Askeri, (2) Siyasi, (3) Mali, (4) Toplumsal, (5) Uluslararası, (6) İmar faaliyetleri.

 

(1) Askeri faaliyetleri: Bozgunlardan ve Belgrad'ın düşüşünden sorumlu bulduğu Cenaze Hasan Paşa'yı azledip Cezayirli Gazi Hasan Paşa'yı Sadrazam ve Başkomutan atadı. O sırada cephede olan Cezayirli Gazi Hasan Paşa 29 Mart 1790'da yine cephedeyken öldü. Çelebizade Şerif Hasan Paşa sadrazam oldu. Yenilgi haberleri devam edince sorumlu tuttuğu Sadrazam Paşa'yı idam ettirdi. 1793'te Nizam-ı Cedid ordusu kuruldu. Levent çiftliği ve burada yapılan kışla, Nizam-ı Cedid’e ayrıldı. Nizam-ı Cedid ordusu, ilk Mısır Seferi’nde Gazze’de ve Akka Kalesi önünde Napolyon'a karşı önemli bir başarı kazandı. 1799'da Sadrazam ve Başkomutan Yusuf Ziya Paşa, Mısır'a hareket etti. İki yıl süren savaşta Mısır'ın işgalden kurtarılması, III. Selim aleyhindeki konuşmaları bir süre susturdu. Fakat bu kez de Batı tarzı askeri eğitimin gündeme gelmesine tutucu çevreler ve Yeniçeriler tepki gösterdi. 1805'te muhalifler; ulema, tüccar, sarraf ve Yeniçerilerden korkup istifa eden Yusuf Ziya Paşa'nın yerine sadarete getirttikleri Hafız İsmail Paşa'nın desteğini sağlayarak harekete geçtiler. Onun aracılığıyla ayanlara haber gönderip, Nizam-ı Cedid girişimini engellemek istediler. 1806'da Rumeli, Anadolu ve Mısır ayanlarını isyana kışkırttığı açık olan Sadrazam Hafız İsmail Paşa'yı azletti ve Keçiboynuzu Ağa İbrahim Hilmi Paşa'yı sadarete getirdi. Bu atama da yenilik karşıtlarının dayatmasıyla oldu. Askeri ıslahatın Rumeli'ye de yayılmak istenmesi, İstanbul'daki Nizam-ı Cedid birliklerinin Edirne'ye hareketi, III. Selim için sonun başlangıcı oldu. Silivri'ye kadar giden birlikler, direniş üzerine geri döndü. III. Selim aleyhtarlığı düşmanlığa dönüştü. Öncülük edenler, üç hafta süreyle cuma hutbelerinde padişahın adını andırtmayacak kadar ileri gittiler. III. Selim, orduya başkomutanlık da yapacak yetkin bir sadrazam bulmakta zorlanıyordu. 1807'de Sadrazam ve Başkomutan İbrahim Hilmi Paşa, Rusya seferi için İstanbul'dan ayrıldı.

 

Askerlerin halka ve çevreye disiplinsiz davranışları, devlet adamlarının ve onları örnek alanların gösteriş ve israf düşkünlükleri de ciddi  sorunlardı. Yeniçerilerin esnaflıktan el çekip askeri eğitime yönelmeleri için, Topkapı Sarayı’nın Ağa Yeri (bugünkü Gülhane Parkı) talimgah olarak düzenlendi. Humbaracı, lağımcı, topçu ocakları için yeni kışlalar yapıldı. Tophane ıslah edilerek çevredeki dükkanlar ve evler kamulaştırılıp yıkıldı. Küçükçekmece'deki baruthane, su kuvvetiyle dönen çarklı sistemle hizmete girdi. Gemi yapım tezgahları yenilendi, büyük bir havuz yapıldı. 122 topu, 1200 mürettebatı olan ünlü Selimiye kalyonuyla 45 parça büyük geminin yapımına başlandı. Açılan Mühendishane-i Berri-i Hümayun için yabancı subaylar ve uzmanlar getirtildi.

 

(2) Siyasi faaliyetleri: 1791’de Ayasofya'da cuma selamlığındayken meçhul bir kişi, bir gülleyi, kendi lisanıyla küfürler savurarak hünkar mahfiline fırlattı. İkincisini atamadan yakalandı ve Bab-ı Hümayun önünde boynu vuruldu. Yapımı tamamlanan Üsküdar'daki Selimiye Camii’nin açılışını ertelemek zorunda kaldı, bir süre cuma selamlıklarına çıkamadı. Devlet ve saray kadrolarında çok sayıda değişiklikler yaptı. İkinci bir hükümdar gibi ağırlığı olan Kaptanıderya Cezayirli Gazi Hasan Paşa’yı seraskerliğe (bugünkü Genelkurmay Başkanı) atadı. III. Selim'in yakın çevresi ile ilgili yolsuzluk iddiaları ortaya atıldı. Tahttan indirileceği söylentisi yayıldı. En çok işçi çalışan Haliç tersanelerindeki düzensizliğin ve yolsuzluğun, Tersane Amiri ile oğlu olduğunu saptayarak ikisini de idam ettirdi. Koca Yusuf Paşa ikinci kez sadarete getirildi. Eyüp Sultan'a giderek dualar etti. Zenginler Avrupa'dan gelen yeniliklere özenirken, Nizam-ı Cedid karşıtları dinin elden gittiğini söyleyerek padişaha olan güvensizliği nefrete dönüştürdü. Şeyhülislam ise bilim yoksulu bir yobazdı.

 

(3) Mali konulardaki faaliyetleri: Saraydaki altın ve gümüş eşyalarından çoğu darphaneye gönderildi. Zenginler ve saray halkı kampanyaya katıldı. Cariyeler küpelerini, yüzüklerini verdiler. Buna karşılık ulema kampanyaya katılmadı. İstanbul'da içki ve sefahat yaygındı. Yerli kumaşların tercih edilmesini emretti. 1793'de ekmekler yenilmez haldeydi. Denetimlerinde bozuk ekmek satışının sürdüğünü saptayarak İstanbul Kadısı’nı sürgüne gönderdi. Sadaret Kaymakamı’na gönderdiği hatt-ı hümayunda "Eğer bana şimdilik kuru ekmeğe razı ol deseniz razıyım, Allah aşkına devlet elden gidiyor, sonra fayda vermez!" demekten kendini alamadı. Güven bunalımı, dedikodu, yolsuzluk ve pahalılık arttı. İstanbul'daki gayrimüslim sarrafların vergi muafiyetlerine son verdi. Taşra halkı haydut baskınlarından, İstanbullular da yiyecek kıtlığından şikayetçiydi. Buğday fiyatı üç kat arttığı halde bulunmuyordu. Bir süre için narh uygulamasından vazgeçildi. Anadolu'ya ve Rumeli'ye fermanlar gönderilip dileyenin İstanbul’a zahire getirip istediği fiyatla satabileceği ilan edildi. 1798'de Napolyon Bonapart'ın İskenderiye'ye asker çıkarıp Mısır'ı işgal etmesi, siyasal ve ekonomik sıkıntılara neden oldu. Pirinç ve şeker gibi temel gıda maddelerinin ithal edildiği Mısır’ın işgaline halk tepki gösterdi.

 

(4) Toplumsal konulardaki faaliyetleri: Yangın ve soygun olayları artmıştı. Kapalıçarşı, çevresi ve çeşitli yerlerdeki yangınların söndürme çalışmalarını izledi. Dükkan ve meskenlerin teftiş edilmesini, kefilsiz ve kaçak gelenlerin memleketlerine iadesini emretti. Tekke ve medreselere sorumlular tayin edilerek buralarda kaçak barındırılması önlenmeye çalışıldı. Uzun ve yenilgilerle dolu savaşın etkileri en çok İstanbul’da yaşandı. Göçmenlerin, kaçakların kaynadığı, asayiş sorunlarının arttığı bu yıllarda, taşradaki derebeyi zulmünden, eşkıya baskınlarından kaçanlar ve işgale uğrayan yerlerden göçenler çoktu. 1791'de Baruthane-i Amire’de çıkan yangın, şiddetli patlamalarla halkı korkuttu.

 

Üzerinde ısrarla durduğu bir başka konu kıyafetti. Müslümanların sarı, Ermenilerin kırmızı, Rumların siyah, Yahudilerin mavi ayakkabı giymeleri kuralına uyulmuyordu. Devlet adamları ve zenginler, pahalı ithal kumaşları tercih ediyorlar, hizmetlilerine de pahalı elbiseler giydiriyorlardı. Esnaf arasında lüks yaygındı. Hint, İran ve Avrupa kumaşları satılıyordu. "Ben daima İstanbulkari, Ankarakari kumaş giyerim, devlet ricalim ise hala Hindkari ve İrankari kumaş giyerler. Memleket kumaşları giyerlerse memleket malı revaç bulur" diyerek ithalatı kısmak, paranın dışarıya akışını önlemek istedi. Kadınların giyim kuşamlarını da beğenmediğini, aşırı süslenme eğiliminin israfı artırdığını belirtti.

 

III. Selim'i en çok düşündüren konu, köylünün tarlasını, tüccarın işyerini bırakıp başkente göçmesiydi. Bunu önlemek için yoklama örgütü kurdu. Örgütün görevi, imaret, medrese, tekke, zaviye gibi yerleri denetleyerek kaçak gelenleri memleketlerine göndermekti. Kimsenin köyünü terk edip İstanbul’a gelmesine göz yumulmamasını, Anadolu'ya emirler yazılmasını istedi. Kente yakıştıramadığı bir zümre de dilencilerdi. Gayrimüslimlere izin verilmekle birlikte, Müslümanların içki içmelerini yasakladı. 

 

Yangınların çabuk duyurulması için Galata Kulesi’nde kös çalınması, semt yangınlarını söndürmek için büyük havuzlar yapılması bu dönemde başladı. 4 Kasım 1805'te benzersiz bir lodos fırtınası çıktı. Limandaki gemiler, Bahçekapı ile Yalı Köşkü arasında birbirine çarparak parçalandı ve battı. 1806'da Sırp Ayaklanması sonucu Belgrad'ın yitirilmesi, Rusya'ya savaş ilanı, Balkanlar'daki dağ eşkıyası ortamı iyice gerginleştirdi. 1807'de Vehhabilerin (İslam'a bağlı Sünni-Hanbelî mezhebinin bir alt kolu) Hicaz'ı istilası, Çanakkale Boğazı’ndan geçen bir İngiliz donanmasının İstanbul'a gelmesi korku uyandırdı. Asayiş tam sağlanamadığı için İstanbul, dolandırıcıların, hırsızların, yankesicilerin etkisindeydi. Cephelere yeni birliklerin sevk edildiği sırada şiddetli yağmurlar başladı. İstanbul ve çevresindeki evler harap oldu. Yağmur sürerken 5 Temmuz 1790 gecesi beş kez, sonraki günlerde defalarca depremler oldu. Halk, bu iki afeti bir uğursuzluk sayıp büyüklerden birinin öleceğini, Yeniçeriler ise uğursuzluk nedeninin Nizam-ı Cedid olduğunu konuşmaya başladı. Hemen her gün tebdil gezerek tersaneyi, tophaneyi, kentin çarşı pazar düzenlerini izledi. Matbaaya önem vererek birçok kitabın basılmasını sağladı.

 

(5) Uluslararası faaliyetleri: 1789'da Rusya'ya karşı İsveç'le anlaşma imzalandı. 1791'de Ziştovi, 1792'de Yaş Antlaşmalarının imzasıyla barış ortamı oluştu. Dört yıldır cephede olan ordu 1792'de İstanbul’a döndü. Babıali'de diplomasi için çaba gösterilirken 1793'te Londra, Paris, Viyana ve Berlin'e ilk daimi elçiler gönderildi. Fransa elçisi General Sebastiani'nin nüfuzundan kaygılanan İngiltere, elçinin payitahttan uzaklaştırılması için nota verdi. İngiliz donanması 1807'de Yeşilköy açıklarında demirledi. İstanbul'un bombalanacağı söylentisi halkı korkuttu. Medrese öğrencileri, halk ve esnaf, bu tehdide tepki göstererek savunma örgütleri kurmaya başladılar. Birkaç gün içinde kent kıyılarına 1200 top yerleştirildi, uzak çevrelerden silahlı gönüllüler geldi. Silahlı siviller kayıklarla devriye gezmeye başladılar. Operasyon yapamayacağını anlayan donanma, kıyıları dolduran halkın yuhalamaları arasında İskenderiye'ye hareket etti. Ama Çanakkale Boğazı’ndaki İngiliz ablukası kaldırılmadı.

 

(6) İmar faaliyetleri: 1795'te Hasır İskelesi’nde çıkan yangından sonra imar nizamı yürürlüğe konuldu. Depremde yıkılan Eyüp Camii’nin yeniden yapımı başlatıldı. Sultan, her Cuma günü başka camiye gitmeye başladı. Kağıthane'de imar çalışmaları başlatılarak, Sadabad Kasrı’nın yeniden yapılması, derenin geçtiği vadinin temizlenmesi için düzenlemeler yapıldı. III. Selim’in yaptırdığı başlıca eserler şunlardır: Selimiye Kışlası, Üsküdar Selimiye Camii ve Külliyesi, Levent çiftliği ve kışlalar, Tophane Kışlası, Haliç’teki Humbaracı, Lağımcı kışlaları, Mühendishane-i Berri-i Hümayun, Üsküdar zahire ambarları, yeni Eyüp Sultan Camii’dir.

 

Sultanlığının Sonu ve Hazin Ölümü (1807-1808)

Yeniçeriler, Nizam-ı Cedid’i dinsizlik olarak görmekte, "Moskof olurum, Cedid askeri olmam!" demekteydiler. 25 Mayıs 1807'de Boğaz’daki kale yamaklarının başı Kabakçı Mustafa ayaklanması başladı. Kentte günlerce terör yaşandı. Kaçamayan Nizam-ı Cedid askerleri öldürüldü. Etmeydanı’nda (bugünkü Aksaray) 10 bin dolayında ayaklanmacı toplandı ve III. Selim, önlem önerilerini geri çevirdi. Cuma günü sekbanbaşı huzuruna çıkıp selamlık alayı için hangi camiye gitmek istediğini sorduğunda, "Ben ne selamlığa çıkarım ne de benim tebaam vardır. İhtilal banadır." dedi. Şehzade Mustafa'ya haber gönderip, "Tahta buyursun, uğurlu kademli olsun." dedikten sonra dairesine çekildi. Tahtı bırakışından 28 Temmuz 1808'de öldürülüşüne kadar 14 ay Topkapı Sarayı’nda gözlerden uzak yaşadı. Tahta yeniden dönmek için hiçbir girişimde bulunmadı. Onu tekrar tahta çıkarmak için gelen Alemdar Mustafa Paşa’nın sarayı kuşattığından haberi yoktu. Tahtta kalmak için amcası III. Selim'i ve kardeşi şehzade II. Mahmut’u öldürtmek için IV. Mustafa'nın görevlendirdiği Darüssaade Ağası, III. Selim'i odasından çıkarmaya çalıştı. Bir süre direndi ama Ağa’nın ısrarı üzerine kapıdan çıktığında Hazine Kethüda’sı tokat atarak ve saldırarak III. Selim'i yere yıktılar. Sayıları 12'ye ulaşan katiller, aralarında cellat olmadığı için öldürme işini kolay beceremediler. Boynuna kement geçirdiler, boğazını sıktılar. Aldığı hançer ve kılıç yaralarıyla birkaç saat can çekişen cesedi bir ihrama (beyaz ve dikişsiz büyük örtü) konulup Arz Odası’nın önüne getirildi. Babüssaade'den içeri giren Alemdar Mustafa Paşa cesediyle karşılaşınca ağlamaya başladı.

 

III. Selim'in öldürülüşü, hanedan bireylerinin kanı akıtılmayıp iple boğulmaları töresine aykırıdır ve II. Osman'ın katli gibi bir cinayettir. İki gün sonra ulemanın ve devlet erkanının katıldığı, Mevlevi dervişlerin mersiyeler okudukları büyük bir törenle kaldırılan cenazesi, babası III. Mustafa'nın Laleli’deki türbesine gömüldü. Öldürülmesinden sorumlu tutulan İmrahor Seyyid Mehmet Ağa'nın aynı gün boynu vuruldu. Kellesinin yanına padişah katili olduğuna ilişkin bir levha konuldu. III. Selim'in öldürülmesine yardım eden kişiler ve yardım eden harem kadınlarının idamları da II. Mahmut’un buyruğuyla gerçekleştirildi. 30. padişah olarak tahta çıkan Sultan II. Mahmut, III. Selim'in ölümüne sebep olanları birer birer idam ettirdi ve o gün Topkapı Sarayı’nın kapısında 33 adet kesik baş sergilendi. II. Mahmut, III. Selim’in başlattığı ıslahat hareketlerine genişleterek devam etti.

 

Karakteri ve Düşünceleri

 

III. Selim, duygusal bir padişah olarak halkın sıkıntılarından etkileniyordu. Edebi anlamda birçok eseri vardır. Ayrıca tıp ve astronomiye de meraklıydı. Babası ve ataları gibi tebdil gezer, en çok da humbaracı (Dünyanın ilk havan topu sınıfı) kıyafetinde halk arasına karışırdı. Asayişi ve çarşı pazar düzenini gözlemlemek başlıca tutkusuydu. Dönüşlerinde sadrazama ve sadarete buyruklar verirdi. Kenti her gün gezmesi, en basit olaylarla ilgilenmesi salt duygusallığından değildi. Ona göre, kıtlık olursa ayaklanma olurdu. Hava koşullarındaki geçici bir anormallik fiyatları etkilemekte, kıtlık ve pahalılık başlamaktaydı. Yabancıların başına buyruk davranışlarından, onlarla birlik olan Levantenlerin tutumundan da rahatsızdı.

 

Yusuf Akçura, asıl kusurunun iyi danışmanlar seçememesi olduğunu yazar. Önceki birçok padişah gibi, O da taşrada olup biteni izleyememiş, şehzadeliğinde ve saltanatı boyunca İstanbul dışına çıkmamıştı. Pek çok aydından daha ileri düşünceliydi ve batıl inançlardan uzaktı. Rus harbi sürerken camilerde Fetih Suresi okuyan hocalara ücret verilmesine ilişkin yazıya, "Bilmem hulus ile [gönülden] mi okunmuyor, yoksa erbabı mı okumuyor ki, bir faydası görülmüyor?" yazmıştı.

 

Ulemanın askerin moralini yükseltmek için cepheye gitmeleri istendiğinde, "Fakiriz, ihtiyarız, gidemeyiz!" diyor, İstanbul'daki köşk, konak ve yalılarında vezirlerden daha ileri düzeyde bir yaşam sürüyorlardı. Harp ilmi konusunda kitaplar okuyan ve bu konuda bir kitapçık yazan III. Selim, atıcılığa ve nişancılığa meraklıydı. Okmeydanı'nı yeniden düzenletmiş, okçular tekkesini ve Hünkar Köşkü’nü onartmıştı.

 

Avusturya'dan getirttiği ve İstanbul'da çalıştığı 1794-1802 döneminde has bahçelere Avrupai görünümler kazandıran bahçıvan, Viyana imparatorluk sarayı bahçıvanının kardeşiydi. Ünlü ressam ve mimar Melling de o dönemde İstanbul'a gelmişti. Mevlevi olan ve Şeyh Galip Dede'yi dost edinen III. Selim, aynı zamanda klasik Türk müziğinin büyük üstatlarındandı. Güzel ney çalar, sanat değeri yüksek besteler yapardı. Lirik besteleri günümüzde de değerli parçalar arasındadır. Resmi yazılarda halkın anlayacağı durulukta Türkçe kullanılmasını teşvik etmiş, yazışmalarında buna özen göstermişti. Dönemine ilişkin en önemli kaynak, Sır Katibi Ahmet Efendi'nin tuttuğu Ruznamedir ve 1791-1802 arasında, padişahın günlük yaşamından kısa fakat ilginç kesitlerle doludur. Batılı ve gayrimüslim Osmanlı uyruğu ressamlar, gerçekçi portrelerini yapmışlardır. Litograf (taş baskı) ve yağlıboya resimlerinin çoğu Avrupa’dadır.

 

Annesi Mihrişah Sultan'ı çok saydığı, sabahları yanına giderek sıcak bir ana-oğul ilişkisiyle her konuyu konuşup söyleştiği anlatılır. Çocuğu olmamıştır.

 

Kaynaklar

 

Karal, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, Cilt 5, Türk Tarih Kurumu, 2007.

Sakaoğlu, Necdet, Bu Mülkün Sultanları, Oğlak Yayınları, 2006.

 

Fotoğraflar

(1) Topkapı Sarayı’nda bulunan, Saray ressamı Kostantin Kapıdağlı imzalı ve 1803 tarihli III. Selim tablosu. Bu tablonun Londra’da gravürü de yapılmış ve çoğaltılmıştır. Tablo, Sultan hayatta iken yapılmış ve muhtemelen ressama poz vermiştir. III. Selim döneminden sonra yerli ressamlar batı tekniklerinde portre yapmışlardır.

(2) Topkapı Sarayı’nda bulunan, Saray ressamı Kostantin Kapıdağlı imzalı, III. Selim’in Topkapı Sarayı’ndaki Cülus Töreni tablosu. Cülus (Arapça "oturmak"), Padişahın vefatı veya tahttan indirilmesi sonrasında yeni padişahın tahta çıkma törenidir. Babüssaade önünde yapılan en önemli ve görkemli törende padişah tahta oturur, devlet adamları kıdemlerine göre padişahın eteğini öpüp bağlılıklarını bildirirler. İlk önce Şeyhülislam huzura çıkar, gelenek icabı padişahın eteğini öpmez, yalnızca saltanatın devamı için dua eder. Şeyhülislamdan sonra veziriazam ve diğer vezirler, sonra kaptanıderya, defterdarlar, nişancılar, kazaskerler ve ulema padişahın eteğini öper, bağlılıklarını bildirirler. II. Mahmut'un cülusuyla beraber devlet adamları padişahın eteğini öpmez, yanına konulan bir örtüyü öperler. II. Abdülhamit ile beraber artık kimse padişahın eteğini öpmez, kendi dört parmağını öpüp önce kalbine sonra alnına dokunup padişahı selamlarlar. Bu süre içinde padişah konuşmaz. Bu tören yapılmadan padişah olunamaz.

(3) 4. Levent Konaklar Mahallesi’ndeki Hünkar Kasrı.

11 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

COLMAR

Comments


bottom of page