top of page

Lütfi Banat İlkokulu/Ortaokulu

Güncelleme tarihi: 2 Şub 2023

Lütfi Banat İlkokulu/Ortaokulu ve

İki İş İnsanının İlginç Hayat Hikayeleri


Erol Kuntsal


Levent’in en eski okullarından biri olan Levent İlkokulu, sonraki adı ile Lütfi Banat İlköğretim Okulu, 2. Levent’teki Afet Yolal Camii’nin arkasındaki bir binada, 1951-1952 eğitim-öğretim yılında 128 öğrenci ile açıldı. 1962’de aynı yerdeki tek katlı prefabrik binaya taşındı. 1972’de Kültür Bakanlığı’na bağlı Levent Çocuk Kütüphanesi açıldı. 1981’de okul bahçesinde halen Yıldız Erten Anaokulu olarak kullanılan iki katlı 5 derslikli bir bina daha yapıldı. Okul 1984’de aynı yerdeki Şehit Kubilay İlkokulu ile birleştirildi. 1987’de prefabrik bina yıkılarak yerine Banat Plastik ve Fırça Sanayii’nin (yazımda Banat fabrikası olarak kısaltacağım) kurucusu Lütfi Banat tarafından 15 derslikli modern ve çağdaş bir bina yaptırıldı ve okulun adı 7 Aralık 1987’de Lütfi Banat İlkokulu olarak değiştirildi. 1995-1996 eğitim-öğretim yılında adı Lütfi Banat İlköğretim Okulu oldu. Okulun şimdiki adı ise Lüfti Banat İlkokulu/Ortaokulu. Derslik sayısı 19, öğretmen sayısı 39 ve öğrenci sayısı 589. Levent’in önemli okullarından biri olma özelliği bugün de devam ediyor.



Lütfi Banat Ortaokulu’nun yerleşim yeri.


1998’de okulun bünyesindeki Levent Çocuk Kütüphanesi, o sırada vefat etmiş olan Lütfi Banat’ın eşi Fatma Banat tarafından yenilendi ve Kültür Bakanlığı Levent Fatma Banat Çocuk Kütüphanesi adı verildi.


Lütfi Banat Ortaokulu’nun 1990’lı yıllardaki fotoğrafı.


Okul hakkındaki bu kısa bilgilerden sonra, yaptığı değerli katkılar sebebiyle okula adı verilen Lütfi Banat’ın ve ondan Banat fabrikasını satın alan Zühtü Şenyuva’nın ilginç hayat hikayelerini anlatacağım.


Lütfi Banat (Doğum: Adakale, Romanya’da, Tuna Nehri üzerinde bir ada, yaklaşık 1900 - Ölüm: 5 Haziran 1995)


Lütfi Banat, Tuna Nehri’nin Romanya sınırları içinde kalan ve nehre yaklaşık 40 yıl önce yapılan bir baraj sebebiyle bugün sular altında kalan Adakale adlı bir adada doğdu. Adanın ilginç hikayesinin özetini yazımın ilerleyen bölümlerinde okuyabilirsiniz. Doğum yılı hakkında kesin bir bilgi yok ama yaklaşık olarak 1900 olduğu kabul edilebilir.

Yıllar sonra seçtiği Banat soyadı, doğduğu bölgenin ve dağlarının genel adı. Banat’ın Arapçada “güzel kadın” anlamına geldiği de söyleniyor.

Lütfi Banat, Balkanlardan Türkiye’ye yapılan sayısız göçlerden birinde, muhtemelen 1910’lu yıllarda aile fertleri ile birlikte ve çocuk yaşındayken İstanbul’a göç etti.

Çalışma yaşına geldiğinde, ordunun süvari birliklerinin kullandığı ve kaşağı olarak bilinen at fırçası imalatına ve satışına başladı. Fakat 2. Dünya Savaşı sonrasında ordunun motorlu araçlarla donatılmaya başlanması ile kaşağı ihtiyacı giderek azaldı. Ordudaki süvari birlikleri kaldırılınca 1947'de Banat markası ile diş fırçası imalatına başladı. İlk üretimini bavullarla dağıtıyordu çünkü o yıllarda Türkiye'nin şartları bunu gerektiriyordu.

Bir yandan da Kadıköy’deki Büyük Kulüp’ün bahçesinde sabah yürüyüşleri yapıyordu. İş insanı Zühtü Şenyuva da Büyük Kulüp'e üyeydi. 1975’de aralarındaki 20 yaş farka rağmen arkadaş oldular ve birlikte yürüyüş yapmaya başladılar. Dostluk “yürüyüş arkadaşı” olarak başlayıp iş arkadaşlığına dönüştü. Bu sırada Şenyuva, Şişli’deki Beytem Plaza’yı yaptırıyordu.

Lütfi Banat bir gün Zühtü Şenyuva’ya kalp hastası olduğunu, kalp ameliyatı için Almanya'ya gideceğini söyledi. Bu ciddi ameliyat sebebiyle duyduğu endişeyi anlatarak “Ölürsem fabrikam sahipsiz kalır, fabrikamı sen al” dedi. Şenyuva da “Sen sağlığına kavuşursan başında olman şartıyla alırım” dedi ve 1975 yılında Banat fabrikasını satın aldı. O sırada Lütfi Banat 76, Zühtü Şenyuva 56 yaşındaydı.

Lütfi Banat, satıştan eline geçen parayı hayırlı bir işte kullanmak istedi ve Milli Eğitim Bakanlığı’nın müsaadesi ile Levent İlkokulu’nun bahçesine yeni ve modern bir okul binası yaptırdı. 1987 yılında da okula onun adı verildi.




Lütfi Banat (yaklaşık 1900-1995)


Bulabildiğim bu tek fotoğrafını, okuldaki Lütfi Banat Vakfı odasını bana açarak fotoğraflamama izin veren okul yönetimine teşekkürlerimi sunuyorum.


Ameliyat sonrası sağlıklı olarak yurda döndü, tekrar Banat fabrikasının başına bu defa yönetici olarak geçti ve 20 yıl daha yaşadıktan sonra 1995’de vefat etti. 83 yaşındayken yaşı sorulduğunda tam yarısını söylediği ve 41,5 dediği anlatılıyor. Esprili bir kişiliği olduğunu tahmin ediyorum.

Lütfi Banat’ın eşi, Arnavutköy Kız Koleji ve Robert Kolej’de 43 yıl (1945-1988) Coğrafya öğretmenliği yapan Fatma Banat (Erten) (1922-2010), okulun efsane öğretmenlerinden biriydi ve kendine özgü birisi olarak bilinirdi. Neşeli, hırslı, çalışkan, cesaretli ve cömertti. Sert bir hoca olduğunu söyleyenler kadar, “O benim annem ve arkadaşım gibiydi, her şeyimi onunla konuşur ve fikir alırdım” diyen öğrencileri de vardı. Levent Afet Yolal Camii’nin hemen yanındaki 116 numaralı parseldeki evinde 9 Ağustos 2010 günü 88 yaşında vefat etti.



Lütfi Banat’ın eşi Arnavutköy Kız Koleji ve Robert Kolej coğrafya öğretmeni Fatma Banat (Erten) (1922-2010).


Fatma Banat, Lütfi Banat’ın kurduğu Lütfi Banat Vakfı’nın da başkanıydı. Lütfi Banat İlköğretim Okulu’nun ihtiyaçlarının karşılanmasına ilave olarak Fatma Banat Kütüphanesi, Fatma Banat Konferans Salonu ve aynı yerdeki Fatma Banat Ana Okulu’na da maddi destek sağlıyordu.


Vakıf odasında sergilenen, İstanbul Üniversitesi’nin verdiği teşekkür belgesi.



Vakıf odasında sergilenen, İstanbul Valiliği’nin verdiği onur belgesi.



Okulun 3-E sınıfı 2102 numaralı öğrencisi Ezgi Bulut’un Vakıf odasında sergilenen şiiri.


Okulu yaşatmak amacı ile kurulan Lütfi Banat Vakfı, okulun bunun için ayrılan bir bölümde ailenin hayatta olan fertlerinin destekleri ve ilgileri ile faaliyetine devam ediyor.

Böylece ölümünün üzerinden 27 yıl geçmesine rağmen Lütfi Banat adı Levent’te yaşıyor. Daha uzun yıllar yaşayacağı da anlaşılıyor.


Lütfi Banat’ın doğduğu ve bugün sular altında kalan Adakale


Adakale’nin hazin bir hikayesi var. Tuna nehri üzerinde, Romanya’ya bağlı ama artık sular altında kalmış bu adanın Romence adı Orsova idi. Nüfusu Türk olan ada, Balkan Ülkeleri’nin bağımsızlık kazanmalarından sonra yapılan antlaşmalarda unutuldu ama Türkiye’nin hukuken bir parçası olmaya devam etti. İlginç olan, konunun Lozan Konferansı’nda Türk heyeti tarafından ısrarla üzerinde durulmasıdır. Özellikle İsmet Paşa, adanın Türkiye’ye bağlı kalması için ısrarcı oldu, yardımcısı Rıza Nur ise, karşılaşılan daha önemli sorunları gerekçe göstererek, sınırlarımızdan yüzlerce kilometre uzaktaki bu ada üzerinde egemenlik iddiasında bulunmamızın anlamsız olduğunu savundu. Sonunda Adakale Romanya’ya bırakıldı, ama Türk halkı adada yaşamaya devam etti.



Tuna Nehri’nin Romanya ve Sırbistan sınırını oluşturduğu bölgedeki Adakale’nin konumu.



Adakale’nin 1910 yıllardaki bir fotoğrafı.


1967’de, Adakale’nin baraj yapımı sebebi ile sular altına kalması sonucu, Adakale Türkleri dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’in Romanya’yı ziyareti vesilesiyle Türkiye’ye getirildiler ve Tuna Nehri üzerindeki son Türk varlığı da böylece ortadan kalktı.

Adakale, Tuna nehrinin 30 metre derinine gömülen bir ada olmaktan başka tarihi ve stratejik değeri de olan bir adaydı. Yaklaşık iki kilometre uzunluğunda, bir kilometre genişliğinde bir toprak parçasıydı ve 600 kişilik nüfusuyla Avrupa’dan Karadeniz’e açılan Tuna Nehri üzerinde önemli bir Osmanlı karakoluydu.

Baraj yapılıp sular altında kalmadan önce Adakale’nin kalesi, mezarlığı ve diğer tarihi eserlerinin taşındığı Şimian adasında yeni bir Adakale oluşturulma çabaları başladı. Bir Türk girişimcisi Romanya Hükümeti’nin desteği ile Şimian adasını 49 yıllığına kiraladı ve Adakale kültürünü canlandırmaya çalıştı.

Tuna nehrinin Transilvanya Alpleri ile Balkan dağları arasında açtığı Demirkapı Geçidi’nin 4 km. yukarısında bulunan Adakale’yi 15. yüzyılda Tuna boylarına gelen Osmanlılar, buradaki önemli mevkiler ile birlikte ele geçirdiler. Ada tam olarak 1691’de hâkimiyet altına alındı. Osmanlılar buradaki kaleyi yeniden inşa ederek Demirkapı boğazından geçişi kontrol altına aldılar. Bir süre Avusturya’nın hâkimiyeti altına giren ada, 1738’de tekrar Osmanlı topraklarına katılarak Vidin sancağına bağlı bir muhafızlık haline getirildi.

Osmanlıların Avrupa’da ve Tuna nehri kıyılarında kalabilmelerini sağlayan savunma noktalarından biri olan Adakale, Habsburg Hanedanı ile olan mücadelelerde ileri karakol vazifesi gördü. 1830’da Sırbistan’a bağımsızlık verilmesi ve 1867’de Osmanlı askerinin diğer Sırp kalelerinden çekilmesine rağmen Adakale’de Osmanlı hâkimiyeti devam etti. 1878 Berlin Antlaşması’nda Adakale’den hiç bahsedilmemiş olması, buranın Osmanlı idaresine bağlı kalmasını sağladı. Tuna nehrinin Demirkapı mevkiindeki ıslah çalışmaları sırasında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu adaya el koymak istedi, ancak Osmanlı Devleti hükümranlık hakkını korudu. Bununla beraber Avusturya hükümeti zaman zaman adayı işgal teşebbüslerinde bulundu. II. Meşrutiyet’in ilânından sonra İstanbul’a temsilciler gönderen Adakaleliler Meclisi Mebusan’da temsil edildiler.




1910’lu yıllardan bir Adakale fotoğrafı.


Adanın Romanya’ya bağlılığı ancak 1923 Lozan Antlaşması’yla kesinleşti. Romanya hükümeti ada yaşamına büyük değişiklik getirmedi. Türk nüfusu adada kalmaya devam etti. Adanın ilginç görünüşü, buharlı gemilerle seyahat eden turistlerin ilgisini çekiyor ve durup adayı gezmelerine neden oluyor, ticaret gelişiyordu.

1930’da yerel bir girişimcinin kurduğu sigara fabrikasında sigara üretilerek turistlere satışa sunuldu. Fabrikada çevreden getirilen tütün işleniyordu ve çalışanlar mahalli işçilerdi. 2. Dünya Savaşı sırasında adaya gelen turist akını durdu ve ada unutuldu. Komünist rejim göreve geldiğinde çalışanlarının çoğu kadın olan bir elbise fabrikası kuruldu.

1948’de Mareşal Tito Yugoslavya’yı Sovyet kontrolünden kurtardıktan sonra Yugoslavya ve Romanya sınırında gerginlikler yaşandı. Romanya’daki Banat bölgesinde yaşayan Sırpların çoğu Yugoslavya’ya göç etmeye zorlandılar.



1920’li yıllarda Adakale sokaklarından bir başka fotoğraf.



Takip eden 10 yılda ada ziyaretçilere kapatıldı. Romanya ve Yugoslavya ilişkileri tekrar başlayınca, Iron Gates adlı bir baraj yapmaya karar verdiler. Romanya hükümeti adada yaşayanların küçük bir ada olan Simian’a taşınmasını teklif etti, adanın orijinal mimarisine sadık kalınarak ve Adakale Kalesi’nin inşa edilerek açık hava müzesi yapılması planlandı.

1960’lı yıllarda Adakale’de 750’ye yakın Türk yaşamaktaydı. Bunlar daha çok tütün ziraatı, kayıkçılık ve ticaretle geçinmekteydi. Adada, taş ve tuğla ile inşa edilmiş bir kale, III. Selim devrinde yapılan bir cami ve bir tekke bulunuyordu.

1963’de kale yerinden sökülerek aslına uygun olarak Simian adasına taşındı. 1968’de Adakale adası boşaltıldı ve yaklaşık 460 kişiden oluşan nüfus farklı bölgelere dağıtıldı. Bazıları Dobruca’ya ve güney Romanya’ya yerleşti, bazıları ise Türkiye’ye göç etti. 1970’te, Yugoslavya ve Romanya’nın işbirliğiyle, Tuna nehri üzerinde hidroelektrik santrali ve baraj inşa edildi, ada her iki tarafında yüksek dağlar olan nehrin ortasında ve sular altında kaldı. Adakale, Belgrad için de stratejik öneme sahipti.

Türkiye’de yaşayan Adakale’nin eski sakinlerinden Erol Balkan, o dönem yaşananları şöyle anlatmıştı: “Baraj yapıldığında 13 yaşındaydım. Adatepe 2 kilometre uzunluğunda, 1 kilometre genişliğinde küçük bir Türk toprağıydı. Yugoslavya sınırına geçişimiz yasaktı. Romanya’ya sandalla geçiyorduk. İlkokulu Adatepe’de okudum. Ortaokul için Romen kasabasına gidip geliyordum. Adatepe 1967’de Romenler tarafından istimlak edilince Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldık. Son kafile 1970’de ata toprağımızı terk etti. Romenlerin Ortenita ile Karpati gemileri toprağımıza turist getirir, ailelerimiz de Türk lokumu, kahve, dondurma satardı. Dönemin Başbakanı Demirel, Çavuşesku ile görüştükten sonra eşyalarımızı toplayıp Türkiye’ye dönmemize izin verildi. Vagonlarla Türkiye’ye geldik. Zeytinburnu’na yerleştirildikten sonra devletten 3 ay boyunca kişi başı 15 lira maaş aldık. Sonrasında Adakaleli olan Banat diş fırçalarının sahibi Lütfü Banat, bizlere iş verdi. Adakale, bizlerin gönül sızısıdır. Süleyman Şah Saygı Karakolu’na bakınca Adakale’yi hatırlıyorum.”

Sinemacı ve yönetmen İsmet Arasan, genç bir sinemacıyken adını ilk kez hocası Metin Erksan’dan duyduğu Adakale’nin öyküsünden çok etkilendi. Projesini 2008’de gerçekleştirdi. “Adakale Sözlerim Çoktur - Kayıp Yurdun Ağrısı, Adakale” adlı, yönetmenliğini ve senaristliğini üstlendiği belgeseli 2008’de pek çok ödül aldı.


Zühtü Şenyuva (Doğum: Konya, Koçhisar 1920 - Ölüm: İstanbul 14 Ekim 2016)


Lütfi Banat’tan, Banat fabrikasını satın alan Zühtü Şenyuva, on kardeşi olan bir memur çocuğuydu. Tek göz evlerinde çiçek hastalığına yakalandı. Bu nedenle zarar gören bir gözünün kenarında ince bir açıklık kaldığı için insanların ancak siluetini görebiliyordu. Hayatı boyunca bütün çalışmalarını tek gözüyle yaptı.

Ankara'da ilkokulda okurken babası tatillerde onu bir kunduracının yanına çırak veriyordu. Para kazanmaya okul yıllarında başladı. İlköğretimi dördüncü sınıftan itibaren İstanbul'da sürdürdü. Ortaokulu tekrar Konya'da, liseyi Ankara Gazi Lisesi'nde tamamladı. Gazi Lisesi'nde İsmet İnönü'nün oğulları Ömer ve Erdal İnönü okul arkadaşlarıydı. Doktor olmak üzere İstanbul Tıp Fakültesi’ne girdi. Ancak ailenin mali durumu kötüydü. Bir arkadaşının babasının yardımıyla Kasım Gülek'e gitti. Gülek onu İstanbul'da CHP Talebe Yurdu'na gönderdi. İdareye yardımcı olmak ve sınıfların temizliğini yapmak şartıyla yurda girdi.

Babası 1941'de apandisit yüzünden hayatını kaybetti. Ailenin en büyük erkek çocuğu olduğu için Ankara'ya dönmesi gerekti. Tıp Fakültesi’ni üçüncü sınıfta bırakmak zorunda kaldı. Zor günler yaşadı. Sermayesiz ve diplomasız ne iş yaparım diye düşünüyordu. Kavun, karpuz ve yumurta sattı, bir süre belediyede çalıştı.

Askerden sonra ticarete ve taşımacılık işine girince kamyon alması gerekti. Ford’un Ankara Satıcısı Vehbi Koç'tu. Orada Vehbi Bey'le tanıştı. Kamyonun borcunu öderken sık sık görüşüyorlardı. Vehbi Koç onun 55 yıllık arkadaşı ve önderi oldu. O yıllarda Uniroyal lastiklerinin Fisk ve Royal adlı iki markası vardı ve mümessillik veriyordu. Şenyuva Fisk'in Orta Anadolu temsilcisi oldu, işleri zamanla büyüdü.

Yedek subayken Mehmet Kavala ile tanıştı. Volvo acenteliğini ondan aldı. 1958'de İstanbul'a taşındı. Mehmet Kavala kazandığı parayı arsada değerlendirmesini öğütlemişti. Onun vasıtasıyla tanıdığı emlakçılardan İstanbul'un değişik semtlerinde arsa almaya başladı.

1976’da Lütfi Banat’tan aldığı Bomonti'deki 500 metrekarelik küçük fabrika, sonraki yıllarda Seyrantepe'de 8.500 metrekarelik modern ve büyük bir fabrika haline geldi. Fabrikayı almasının bir nedeni de Türkiye'nin ağız ve diş sağlığı yönünden geri kalmış olmasıydı.

İstanbul'da ilk plazayı Şenyuva yaptı. Beytem Plaza’nın hikayesi şöyle: Plaza'nın arsası Fransız La Paix hastanesinindi. Eşi "Orada burada arsa alıyorsun, bir kere de işe yarar bir yer al, zor duruma düşsek çocukların okul parasını nasıl öderiz" dediği için bu arsayı taksitle aldı. Benzer bir binayı Güney Afrika'da görmüştü ve fotoğrafını çekmişti. Mimarlara benzerini yaptırdı. İnşaat 1975'de başladı, 1978'de bitti. Katlarını kiraya vermeye çalıştı. Önce zorlandı. Birkaç büyük şirket birer kat kiralayınca rahatladı. Bodrum katı da Günay'a gazino olarak verdi.



Zühtü Şenyuva (1920-2016)


Gelirinin bir bölümünü hayır işlerine ayırdı. İstanbul’un okula ihiyaç olan semtlerinde eşi ve kendisi adına iki büyük okul yaptırdı, pek çok öğrenciye burs verdi.

Vehbi Koç ile aynı kuşaktan olan Şenyuva, 86 yaşına kadar tam zamanlı olarak çalıştı. Sekiz yaşında başladığı iş hayatını gençlere örnek olması amacıyla kitaplaştırdı ve "Hüner Zenginliğe Sahip Değil, Layık Olmaktır" adı ile yayınlandı.

Şenyuva’nın, Vehbi Koç ile ilgili bir anısını şöyle: "Vehbi Bey, ben ve Bernar Nahum, başka yabancı konukların olduğu bir masada konuşuyoruz. Nahum İngilizcesiyle konuklarla sohbet ediyor ama biz Vehbi Bey ile birbirimize bakıyoruz. Vehbi Bey, ’Bak, ecnebilerle iletişim bile kuramıyoruz’ dedi. Ben de, ’Eğer dil bilseydik ben bankada, sen de büyükelçilikte çalışıyor olurdun. Bu şekilde hayatın içine katılamazdık’ dedim. Vehbi Bey kahkahalarla güldü. Yabancı konuklar neye güldüğümüzü merak ettiler, durum anlatılınca onlar da kahkahayı bastı."

Şirket, şimdi ailenin üçüncü kuşak temsilcilerinin yönetiminde. 36 ülkeye ihracat yapıyorlar ve bazı ülkelerde pazarın çoğunluğuna sahipler. Global markalarla rekabet eden yüzde yüz yerli sermayeli başka üretici yok.


Diş bakımının önemi


Yazımda sıkça diş fırçasından bahsedip, konunun önemini vurgulamadan bitirmek istemiyorum.

Ne yazık ki; son derece önemli bir konu olan ağız ve diş sağlığı ülkemizde pek önemsenmiyor. Türkiye’de 10 kişiden 7'si dişlerini fırçalamıyor. Günde bir kereden fazla diş fırçalayan sadece yüzde 35, haftada iki kez fırçaladığını söyleyen yüzde 17. Türkiye’de yılda yaklaşık 80 milyon diş fırçası satılıyor ve kişi başına yılda bir adet diş fırçası düşüyor. Ortalama 2-3 ayda değiştirilmesi gerektiği düşünülürse bu çok düşük bir rakam. Avrupa ve Amerika’da kişi başına yılda 2,5 diş fırçası düşüyor.

Türk Diş Hekimleri Birliği’nin araştırmasına göre, Türkiye’de kişi başına diş macunu tüketimi yılda 100 gram. Bu rakam İngiltere’de 480, İtalya’da ve İspanya’da 155 gram. Ülkemiz diş macunu tüketiminde de geri kalıyor.


Kaynaklar


Acer, Zabit, Tuna’da Osmanlı Hakimiyetinin Zayıflaması ve Adakale (1804–1923), Doktora Tezi, T.C. Gazı̇ Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih Anabilim Dalı, Yakınçağ Bilim Dalı, 2011.

https://lutfibanatortaokulu.meb.k12.tr (Yayın: 04.07.2019–Güncelleme: 30.03.2021)

RCQ Mezunlar Derneği Dergisi, Sonbahar/Kış 2010, sayı 39, s. 88.

Şenyuva, Zühtü, En Değerli Hazine Dostluk ve Saygınlıktır, 2009.

Şenyuva, Zühtü, Hüner, Servete Sahip Olmak Değil, Ona Layık Olabilmektir, 2006.





505 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

Kurmacalar

bottom of page