Aziz Nesin
Aziz Nesin’in yolu Levent’ten de geçmişti…
Yazan: Erol Kuntsal
2 Temmuz 1993 Sivas Katliamının 29. yılı dolayısıyla değerli yazarımız Aziz Nesin’i (D. 20 Aralık 1915 Heybeliada, İstanbul – Ö. 6 Temmuz 1995 Alaçatı, Çeşme, İzmir) bir kere daha andık. 6 Temmuz 2022 ise onun 27. ölüm yıldönümüydü.
Pek çok ünlü gibi hayatının bir döneminde onun da yolu Levent’ten geçmişti ve yazmakta olduğum Levent Kitabı’nın bir bölümünü de Aziz Nesin’e ayırmıştım.
Hakkında pek çok yazı ve kitap yayınlanmış olsa da, bazıları pek bilinmeyen yönlerini kısaca yazmak ve böylece bir defa daha anmak istedim.
Levent’teki kitapçı dükkanı
1. Levent Çarşısı, önlerinde kemerli bir yol bulunan sıralı dükkanlarıyla eski görünümünü bugün de koruyor.
Aziz Nesin, hayatının en zor günlerini yaşadığı 1953 yılında, çoğu boş olan çarşıdaki dükkanlardan 10 numaralı olanında Oluş Kitabevi adlı, semtin ilk kitap, kırtasiye, gazete ve dergi dükkanını açmıştı. Günlük gazeteleri ana dağıtıcılardan bizzat alıyor, masraf olmasın diye kendisi getiriyor ve kendisi dağıtıyordu. Kitap ve kırtasiye satışıyla geçinemeyeceğini anlayınca gazete dağıtımına ağırlık vermiş ama bu da dükkanın masraflarını karşılamayınca büyük bir hevesle başladığı işten vazgeçmek zorunda kalmıştı.
O yılları anılarında şöyle anlatıyor: “1953-54 yıllarında, iki küçük çocuğumu geçindirebilmek için, babamın bizi geçindirmek için eşekle zerzevat sattığı durumdan çok daha aşağı düzeylerde işler yapmak zorunda kalmıştım. Bu işlerden biri gazete satıcılığıydı. Daha gün doğmadan Cağaloğlu’na gidip gazeteleri bayiden alır, Levent’e dek taşır, evlere dağıtırdım. 38 yaşımdaydım, üstelik yüksek öğrenim görmüş, subaylık ve yazarlık yapmış biriydim.”
O yıllarda ilk kitabını yayınlamaya çalışıyordu. “Geçinebilmek için bir küçücük kitap çıkarmayı tasarladım. Başvurduğum yayıncıların hiçbiri bu kitabımı yayımlamak istemedi. Kendim yayımlayabilmem için de param yoktu. Babıâli’de kâğıt alışverişi de yapan hamallardan birinden krediyle kâğıt aldım. Bir basımevinde de yine krediyle kitabımı dizdirtip bastırdım. Ressama para veremeyeceğim için kapak resmini de kendim yaptım. Ucuz olması için, kapak kötü bir kâğıda iki renkli olarak basıldı. Bu benim ilk öykü kitabımdı. Hiç satılmadı. Basımevine olan borcumu başka yerden borç alarak ödedim. Kâğıtçının borcunu ödeyemedim. Kâğıtçı benden alacağına karşılık, fiyatı 50 kuruş olan kitapları basılı kâğıt fiyatına okkayla tartıp kiloyla aldı, işportaya, sergicilere verdi. ‘Geriye Kalan’ adlı bu ilk kitabım aylarca sokak sergilerinde, kaldırımlarda, toz toprak, çamur içinde sürüklendi durdu.”
10 numaralı dükkanın yerinde bugün Yeni Eczane var. Beşiktaş Belediyesi birkaç yıl önce eczanenin dış duvarına, Aziz Nesin’in Oluş Kitabevi’ni orada açtığını yazan bir plaket koydu.
Aynı yıllarda çarşıdaki 6 numaralı dükkanda emlak komisyonculuğu yapan rahmetli komşumuz Halil Oyman’ın bana anlattığına göre, her zaman dükkanın köşesindeki bir masada oturur, durmadan yazı yazar ve gelenler bir şey istediklerinde “Şuradaki rafta var, oradan alabilirsiniz” derdi.
1953 yılından 1995 yılındaki ölümüne kadar 42 yıl içinde yazdığı 110 kitabın yayın yıllara baktığımda 34 adedinin, yani yaklaşık üçte birinin 1954-1960 yılları arasında olduğunu gördüm. Üstelik bu kitapları en tanınan ve en çok okunan kitapları arasındalar. Bu durumda, kitaplarının önemli bir bölümünü ve en tanınmışlarını bu yıllarda ve muhtemelen Levent’teki bu dükkanda yazmış veya hazırlıklarını yapmış olduğunu düşünüyorum.
Adı, ailesi, evlilikleri ve çocukları
Aziz Nesin’in asıl adı Mehmet Nusret’tir. Kendi kaleminden adının öyküsü şöyle: “Yıl 1915, Çanakkale Savaşının en kızgın, en civcivli zamanı. Nusret, ‘yardım, Tanrı yardımı, başarı, üstünlük’ anlamına geliyor. Tanrı yardım etsin de Çanakkale Savaşı’nı kazanalım diye, böyle bir dilekle adımı Nusret koyuyorlar. Mehmet de dedemin adı.”
Doğumundan 8 ay önce 18 Mart 1915’de Çanakkale Savaşı olmuştu. Savaşın unutulmayan gemilerinden biri de Nusret mayın gemisiydi ve savaşın kaderinin değişmesinde önemli bir rolü vardı.
Yine kendi kaleminden soyadının öyküsü şöyle: “1934 yılında soyadı kanunu çıktı. Herkes kendisine soyadını kendi seçtiği için, insanların bütün gizli aşağılık duyguları ortaya çıktı. Dünyanın en cimrileri ‘eli açık’, dünyanın en korkakları ‘yürekli’, dünyanın en tembelleri ‘çalışkan’ gibi soy adları aldılar. Her türlü yağmada hep sona kaldığım için, soyadı yağmasında da hep sona kaldım. Bana ortada böbürleneceğim bir soyadı kalmadığından, kendime ‘Nesin’ soyadını aldım. Herkes ‘Nesin’ diye çağırdıkça, ne olduğumu düşünüp kendime geleyim istedim.”
Annesi Hanife Hanım (doğumu 1900 yılı civarı-ölümü 1926), Ordu'nun Perşembe ilçesinde doğdu. Ordu’da görevli Deniz Binbaşısı Salim Bey ve ailesine evlatlık olarak verildi, 13’ünde kendisinden 22 yaş büyük Abdülaziz Efendi ile evlendirildi. İlk çocuğu yaşamadı, 15’inde Mehmet Nusret'i doğurdu. Ondan birkaç yıl sonra üç yaşında ölecek bir kız çocuğu daha doğurdu ve 26 yaşında veremden öldü.
Aziz Nesin, “Annemin Anısına” adlı şiirini 1965'te, Taşkent'ten Moskova'ya giderken uçakta yazdı:
“Bütün anneler annelerin en güzeli / Sen en güzellerin güzeli / On üçünde evlendin / On beşinde beni doğurdun / Yirmi altı yaşındaydın / Yaşamadan öldün / Sevgi taşan bu yüreği sana borçluyum / Bir resmin bile yok bende / Fotoğraf çektirmek günahtı / Ne sinema seyrettin ne tiyatro / Elektrik havagazı su soba / Ve karyola bile yoktu evinde / Denize giremedin / Okuma yazma bilmedin / Güzel gözlerin / Kara peçenin arkasından baktı dünyaya / Yirmi altı yaşındayken / Yaşamadan öldün / Anneler artık yaşamadan ölmeyecek / Böyle gelmiş / Ama böyle gitmeyecek.”
Babası Abdülaziz Efendi (doğumu 1878-82 arası, ölümü 1961), Giresun'un Şebinkarahisar ilçesine bağlı Gölve köyünde köy imamının oğlu olarak doğdu. İstanbul'a gelip birçok işte çalıştıktan sonra Heybeliada’daki Bahriye Mektebinde önce bahçıvanbaşı, sonra iaşe memuru oldu. Okuldaki bir binbaşı, eşinin evlatlık olarak verildiği ailenin reisiydi. Babası için yazdığı “Babam” adlı şiirden kısa bir süre sonra Abdülaziz Efendi soğuk algınlığından öldü.
“Dünyaların en iyi babası benim babamdır / Düşmandır düşüncelerimiz / Dosttur ellerimiz / Dünyada tek elini öptüğüm / Babamdır / Kırkını geçtin adam olmadın der / Başım önünde dinlerim / Önünde tek baş eğdiğim babamdır / Sabahlara dek Kuran okur / Anamın ruhuna / İnanır ona kavuşacağına / Bana gavur der / Diş bilemeden / Dünyada tek bağışladığı ben / Tek bağışladığım odur / Başım derde girdikçe bakar çocuklarıma / Bir türlü ölemiyorum der senin yüzünden / Çocuklar ortada kalacak / Ölemez kahrımdan benim / Yaşamak zorunda benim yüzümden / Gözlerindeki ateş bakışlarında söner / Tuttuğun altın olsun der / Çocukluğumu tek anlayan odur / Dünyaların en iyi babası benim babamdır.”
Vedia Nesin (1939–1948) ve Meral Çelen (1956–1967) ile iki evliliği oldu. İlk eşinden Oya Nesin (1940) ve Ateş Nesin (1942), ikinci eşinden Hüseyin Ali Nesin (1956) ve Ahmet Nesin (1957) adlı dört çocuğu oldu.
Kısa hayat hikayesi
Aziz Nesin’in yaşam öyküsünü kısaca yazmak mümkün değil, biliyorum. Ama yine de yıllar ve satır başları itibarı ile yazmaya çalışacağım.
Hayatını üç alt başlık halinde özetleyeceğim: (1) Çocukluk ve ilk gençlik. (2) Askeri okul ve askerlik. (3) Sivil hayat.
Çocukluk ve ilk gençlik (1915-1929)
20 Aralık 1915'de İstanbul Heybeliada'da doğdu.
1920’de, babasının mahalledeki arkadaşı Galip Amca’dan okuma yazma öğrendi, kaligrafi, Arapça, Fransızca ve Matematik dersleri aldı. Galip Amca, din konularında olduğu kadar diğer ilimlerde de bilgi sahibi, çevresinden saygı gören bir kişiydi.
1921’de mahalle mektebinde Kuran sureleri ezberledi.
1923’de hafız oldu.
1925'de İstanbul Süleymaniye'de Kanuni Sultan Süleyman İptidai Mektebi'nin 3. sınıfına başladı. Bu okullara Mahalle Mektebi deniliyordu. Babası dini eğitim almasını, annesi doktor olmasını istiyordu. Orada dini eğitim aldı. Kuran okumayı öğrendi.
1926-1927 ders yılında Darüşşafaka’nın ilkokul 4. sınıfına başladı. Sadece babası ölmüş çocukların alındığı bu okulda bulunmayı, babasının uzun bir seyahatten geri dönmesi sebebiyle kendine yediremedi. Babasının dönüş hikayesini Darüşşafaka’ya girişi başlıklı bölümde okuyacaksınız. Dersleri çok iyi olmasına ve okulu da çok sevmesine rağmen devam etmedi ve 5. sınıfta devamsızlıktan okuldan atıldı.
1928’de yaşıtlarına göre çok daha bilgili olduğu için Cağaloğlu’ndaki Vefa Ortaokulu’nun 6. sınıfına alındı ama Heybeliada’dan Cağaloğlu’na her gün gelemediği için notları iyi olduğu halde devamsızlıktan sınıfta kaldı. O sırada Akçakoca’da bulunan babasının arkadaşı Galip Amca’sının yanına gitti, onun yardımı ile Akçakoca ilkokulunda yeterlilik sınavına girdi ve ilkokul diploması aldı.
1929’da Heybeliada’dan İstanbul’a Çapa’da bir eve taşındılar. Davutpaşa Ortaokulu’nun 6. sınıfına başladı ve sınıf birincisi oldu.
Askeri okul ve askerlik (1930-1945)
1930’da Çengelköy’deki Kuleli Askeri Okulu’na 7. sınıf talebesi olarak girdi.
1932’de Kuleli Askeri Ortaokulu’nu bitirdi ve yine sınıf birincisi oldu. Yabancı dil dışında bütün dersleri “Pekiyi” idi. Kurmay olmak ve General olmak istiyordu.
1935'de Kuleli Askeri Lisesi'ni bitirip Kara Harp Okulu'na geçti.
1937'de Ankara'da Kara Harp Okulu’nu ikincilikle bitirip Yar Subay olarak mezun oldu. Yar subay, o yıllarda asteğmenlikten önce gelen ilk subay rütbesiydi.