Erol Kuntsal
Rumeli Feneri ve Anadolu Feneri konusundaki yazılarımdan sonra sıra İstanbul Boğazı’nın bilinmeyenlerini veya çok az bilinenlerini yazmaya geldi.
Uzun yıllar İstanbul’da yaşayan ve bu muhteşem şehri artık kanıksamaya başlayanlar, çevrelerine; tarih, coğrafya ve kültürel yapı, kısaca bilimsel bir gözle baktıklarında, çok daha farklı bir Boğaziçi göreceklerdir.
İstanbul Boğazı’nın Fiziki Özellikleri
Boyutları
İstanbul Boğazı'nın kuzey sınırı Anadolu Feneri'ni Rumeli Feneri'ne birleştiren hat, güney sınırı İnciburnu Feneri'ni Ahırkapı Feneri'ne birleştiren hat olarak belirlenmiştir. İnciburnu Feneri ya da İnciburnu Mendirek Feneri, İstanbul'un Kadıköy ilçesi kıyısında bir mendirek üzerinde yer alan deniz feneridir. Kıyılardaki girinti çıkıntıları hesaba katmadan, boyunu tam ortasından geçen düz bir çizgiye göre ölçersek, Anadolu ve Rumeli Fenerlerinden Sarayburnu’na kadar olan uzaklık yaklaşık 30 km’dir.
En geniş yeri olan Büyükdere Koyu’ndan karşı kıyıya olan uzaklık 3 km, en dar yeri olan Anadolu ve Rumeli Hisarları arasındaki uzaklık sadece 700 m’dir. Kanlıca ve Beylerbeyi arasındaki uzaklık 1 km’yi geçmez. Harika bir tabii liman oluşturan Haliç ise Boğaz’ın bir yan koyu olarak kabul edilebilir. Uzunluğu yaklaşık 1.500 m, ortalama genişliği ise 500 m’dir. En derin yeri 34 m, ortalama derinliği 20 m’dir.
Sahillerinin girintili-çıkıntılı yapısı nedeniyle suyolu uzunluğu ile kıyı uzunluğu birbiriyle aynı değildir. Kara uzunluğu Avrupa yakasında bir uçtan bir uca 55 km’yi bulurken, Anadolu yakasında 35 km kadardır.
Taban Yapısı
Son yıllarda Deniz Kuvvetleri Seyir ve Hidrografi Dairesi’nin ve bilim çevrelerinin yaptığı çalışmalarla, tıpta kullanılan anjiyografi gibi, Boğazın taban yapısı net olarak ortaya çıkartıldı ve suları tamamen boşaltılsa tabanın nasıl olduğu görüldü.
Boğaz, derinlik bakımından üç bölüme ayrılabilir: (1) Merkez bölge, (2) Asya kıyıları, (3) Avrupa kıyıları. Merkez bölgede derinlik 45 ile 118 m arasında değiştirirken, kıyılarda en az 2 m ve en çok 70 m’dir. Ortalama derinlik ise 60 m’dir ve tabanı çok engebelidir. Bu durum ve jeolojik yapı, çok sayıda felakete sahne olduğunu göstermektedir.
En derin yeri Bebek ve Kandilli arasında 118 m, ikinci derin yeriyse Arnavutköy ve Vaniköy arasında 106 m’dir. Derinlik güneyden kuzeye çıkıldıkça artar. Buna göre tabanda bir kanal yapısı vardır ve kanal, deniz tabanında Karadeniz’in kıta sahanlığında da ilerler. Kanal yapısının, genç çökel malzemesiyle az ölçüde doldurulmuş bir çatlak olduğunu ileri süren çalışmalar da var.
Boğazda, birçok sığlık, bir sırt, bir çukurluk ve hem Marmara hem de Karadeniz tarafından girişinde olmak üzere iki eşik mevcut. Bu eşikler 50 m derinlikte ve Boğaz vadisini Marmara ve Karadeniz’den ayıran doğal bariyer gibiler. Sırt 25-30 m yüksekliğinde, sonra iki kola ayrılıyor ve daha sonra tamamen kayboluyor.
Boğaziçi’nin düz sayılabilecek geniş bölümleri, derinliği 100 metreyi aşan bir “sualtı vadisi”. Bu vadide, sismik verilere göre tek bir oluk halinde devam eden bir çukurluk, yani bir “orta kanal” var. Bu orta kanal sahillerin 500-600 m açığında yer alıyor.
Boğazdaki ortalama derinlik 60 m olmakla birlikte, güneyden-kuzeye doğru çıkıldıkça derinlik artarak 118 m’yi buluyor. Boğazın iki yakası arasında, bir tarafındaki çıkıntıya, diğer tarafında bir girinti karşılık gelecek şekilde paralellik olduğu görülüyor.
Oluşumu
Genel olarak İstanbul coğrafyası ve Boğaz, 4. jeolojik zamanda oluşmuştur. 4. Jeolojik zaman, günümüzden 2 milyon yıl önce başladığı ve hala sürdüğü varsayılan jeolojik zamandır. Zamanın önemli olayları: (1) İklimde büyük değişikliklerin ve dört buzul döneminin yaşanması. (2) İnsanın ortaya çıkışı.
Ancak İstanbul Boğazı'nın nasıl oluştuğu sorusuna kesin yanıt verebilen dünyaca kabul görmüş bir görüş yoktur. Bugüne kadar yapılan bilimsel çalışmalarda ağır basan kanı, jeolojik açıdan Boğaz’ın deniz suları ile dolmuş bir fay çöküntüsü olduğudur. Buna göre, MÖ 20.000-18.000 arasında Buzul Çağı sonlanmış ve dünyanın büyük bölümünü kaplayan buz kütleleri erimeye başlamıştır. Binyıllarca süren bir erimenin sonunda, MÖ 8.000-7.000'lerde Akdeniz'in suları ilk halinden yaklaşık 150 m daha yükselmiştir. Deniz seviyesindeki bu büyük artış nedeniyle Akdeniz'in suları Marmara'yı basmış, Marmara Denizi'nin suları da yükselerek Karadeniz ile birleşmiştir.
Boğaz'ın derinliğinin kuzeyden güneye azalması, geçmişte kuzeydeki bu yükseltilerin Marmara'nın sularına karşı bir set görevi gördüğü ve bunların deniz seviyesindeki yükselmeyle aşıldığı savını güçlendirmektedir.
Ortaya atılan bir diğer görüş ise, Boğazın olduğu yerden çok eski çağlarda büyük bir akarsuyun olduğudur. Başta Haliç olmak üzere, bugün Boğaziçi'nde koy olarak görülen yeryüzü şekilleri o dönemde bu akarsuyun kollarının ana suyla birleşme noktalarıydı. Buzul çağı bitip dünyada buzul çözülmeleri başlayınca tüm sular gibi bu akarsuların da su seviyesi yükseldi.
Boğazın çevresinde yüksekliği 100 m’yi aşmayan çok sayıda küçük yükselti vardır. Boğaz'a bakan en önemli yükselti 252 m ile Büyük Çamlıca Tepesi ve 216 m ile Küçük Çamlıca Tepesi'dir.
Akıntıları
Boğaz, Karadeniz'den alçak, Marmara Denizi'nden yüksektir. Yükseklik farkı Boğaz'ın başlangıç noktası ile bitiş noktası arasında 40 cm'yi bulur ve Karadeniz'den Marmara Denizi'ne sürekli bir yüzey akıntısı vardır. Akıntı, Boğaz'ın orta kesimlerinde en şiddetli duruma gelir. Özellikle Kandilli açıklarından başlayarak güneye doğru saatte 5 km’yi bulan bir hızla güçlü bir biçimde devam eder.
Yüzey akıntıları, Karadeniz üzerinden gelen kuzey rüzgârlarının estiği dönemlerde daha da artar. Olağan koşullarda 3-4 knot olan akıntı hızı, rüzgârlar ile beslendiğinde 7 knota kadar çıkar ve hızı bir nehir hızına ulaşır. (Knot, saatte 1 deniz miline eşit hız birimi. Tam olarak saatte 1,852’ye, yaklaşık olarak saatte 1,151 kara miline ve saniyede 0,514 m’ye eşittir.) Boğaz akıntıları zaman zaman gemiler için büyük tehlikeler yaratır.
Boğazdaki akıntıları ikiye ayırmak mümkün: (1) Merkez hattında Karadeniz’den Marmara denizine giden akıntı. (2) Buna ters yönde ve her iki sahile yakın karşı akıntı.
Karadeniz’den gelen merkez akıntı Büyükdere Koyu’nun önünden geçer, koydan içeri girmez ama Yeniköy’e yaklaştıkça merkezden ayrılarak yer yer Asya, yer yer de Avrupa kıyısına doğru savrulur. Anadolu ve Rumeli Hisarları arasında, suyolundaki daralma merkez akıntıyı karşı akıntıya öyle yaklaştırır ki, aralarında şiddetli bir mücadele oluşur ve bunun yarattığı “şeytan akıntısı” adı verilen güçlü bir çalkantı bu bölgeyi deniz ulaşımına elverişsiz bir hale getirir. Bu sebeple akıntıları bilmeyen kaptanlar boğazı geçemezler.
Arnavutköy önlerinde, merkez akıntı kıyıya tam vurmadan Avrupa yakasının oldukça yakınından geçer ve sonra Asya yakasına doğru savrulup yeniden Avrupa yakasına döner. Haliç yakınlarında ise ikiye ayrılır. Kollardan biri Haliç’e girer, diğeri Üsküdar ve Sarayburnu arasından geçer, sonunda Marmara Denizi’nde birleşirler.
1800’lü yıllardan bu yana ölçülen deniz suyu sıcaklığı, hava sıcaklığı sıfırın altına düşse bile donma noktasının üzerinde kalmıştır. Hava sıcaklığının 30 derecelerin üzerine çıktığı mevsimlerde de 24 dereceyi geçmemiştir. Bu sebeple İstanbul Boğazı donmaz. Ancak yakın geçmişte kış mevsiminde Boğaz’da yüzen büyük buz kütleleri görülmüştür. Halk arasında Boğaz'ın donması olarak adlandırılan bu olay bazen öylesine yoğun olmuştur ki Boğaz'ın yüzeyi tümüyle buz parçalarıyla kaplanmıştır. Bu buz kütleleri Avrupa’nın iç kesimlerinden geçerek Karadeniz'e dökülen akarsular aracılığıyla Boğaz'a yığılmaktadır. Soğuk geçen kışlarda donan nehirlerden kopan buzlar Karadeniz'de yüzerek Boğaz'a girerler, birikirler ve İstanbul'daki soğuk hava nedeniyle birbirine kaynayınca üzerinde insanların yürüyebileceği hale gelirler.
Karadeniz'deki tuzluluk ‰17-18 iken, Marmara Denizi'nde ‰35-36 kadardır. Boğazın en tuzlu bölümleri ise Marmara Denizi ile birleştiği alanlar, özellikle de Üsküdar açıklarıdır.
Boğaz, Tuna, Dinyeper ve Don gibi üç büyük akarsu ve sayısız küçük suyla beslenen Karadeniz'in sularının tek çıkış yoludur ve Karadeniz'den Marmara Denizi'ne boğazdan akan su miktarı yıllık 660 milyar metreküptür.
Daha tuzlu olan Marmara suyunun özgül ağırlığı Karadeniz ve Boğaz sularından daha fazladır. Bu nedenle bu iki su kütlesini bağlayan Boğaz'da dip akıntıları oluşur. Bu akıntı türü Boğaz'ın 15-20 m derinliğinden başlayarak derinliğin el verdiği ölçüde 45 m’ye inebilmektedir. Boğaz'da kimi zaman da ana akıntının yolu üstünde bulunan koy ve burunların kıvrımlarına giren suyun, kıyıdaki kıvrımları izleyerek ters yönde akmasıyla da anaforlar oluşur. Bu anaforların ana yüzey akıntısına tekrar karıştığı noktalarda girdaplar görülür.
İstanbul Boğazı'na özgü, güçlü akıntılardan biri de orkozdur. Orkoz, başta lodos olmak üzere güneyden kuvvetli rüzgârların Marmara'nın sularını kuzeye yığmasından dolayı oluşur. Bu zamanlarda Boğaz'ın Marmara girişinde sular yarım metre kadar yükselir. Bu olağandışı yükselme Boğaz'ın akıntı rejimini de değiştirir ve yüzeyde orkoz adı verilen ters akıntılar oluşur.
Boğazda girdaplar, türbülanslar gibi birbirinden çok farklı akıntı sistemleri vardır. En dar ve en derin yerler akıntı hızının en güçlü olduğu yerlerdir. Akıntı, bir yatakta, fakat farklı yönlere doğru akan iki ayrı nehir gibi düşünülebilir. Yüzeyden akan su Karadeniz özellikli, derinden akan su Akdeniz özelliklidir. Alt ve üst akıntılar; sıcaklık, tuzluluk ve yoğunluk bakımından birbirlerinden çok farklıdır. Akıntılar arasında türbülanslı bir ara katman daha vardır. Bu ara katman Marmara Denizi’nde 10 m gibi daha kalın bir tabakayken, Karadeniz girişinde sadece 2 m’dir.
Manevra yaparken Boğaz'ın karşı trafik şeridine savrulmak, arkadan gemiyi iten güçlü akıntı nedeniyle hızını alamayıp karaya oturmak Boğaz'daki en yaygın kazalardandır. İstanbul Boğazı'nda kazaya uğrayan gemilerin çoğunlukla Karadeniz yönünden gelenler olmasının nedeni bu akıntılardır. Akıntılara karşı zamanında ve yerinde müdahalede bulunulmaması durumunda yer yer kıyıda bile derinliği 10 m olabilen Boğaz'da gemilerin evlerin içlerine kadar girdiği görülmektedir.
Tarihçesi
Boğaz kıyılarında tarih boyunca değişik uygarlıklar bulunmuş, MÖ 685’de Megara'dan gelen Yunanlılar günümüzdeki tarihî yarımadada bir şehir devleti kurmuş ve gelişerek büyümüştür.
Boğaz'ın ilk yerleşimcilerinden biri olan Bizanslılar, buraya Bosporos adını vermişlerdi. Bu sözcük inek ya da öküz anlamına gelen (bous) ve yol, geçit anlamlarına gelen (poros) adlarının birleştirilmesiyle türetilmişti. İnek geçidi anlamına gelen Bosporos, Yunan mitolojisine dayanır. Baş tanrı Zeus, İo adında bir kıza âşık olur. İo nehir tanrısı İnahos'un kızıdır. Zeus eşi Hera'dan gizlice onunla birlikte olmaya başlar. Bir gün Hera'ya yakalanmak üzereyken kendini bir buluta, İo'yu ise bir ineğe çevirir. Aldanmayan Hera, ineği hediye olarak eşinden ister. Onu Zeus'tan uzak tutmak için Argos Panoptis adlı canavarın gözetimine bırakır. Ancak Zeus, Hermes'i yollayıp Argos'u öldürtür. Bunun üzerine Hera, ineğe dönüşmüş İo'yu sürekli rahatsız etmesi için ona bir sinek musallat eder. Sinekten kurtulmak için var gücüyle koşan İo boğaza geldiğinde kendini boğazın sularına bırakır ve bu engeli yüzerek geçer. Kıyıya çıktığı yerde Keroessa adında bir kız çocuğu doğurur ve bu kız büyüdüğünde denizler tanrısı Poseidon ile evlenerek Bizas adında bir oğlan dünyaya getirir. Bu çocuk doğduğu yerde kendi adını verdiği Bizantion kentini kurar. Bu mitolojik öyküler hem İstanbul şehrine hem de Boğaz'a adlarını vermelerinden dolayı önemlidir.
Marmara Denizi'nin suyla dolarak Karadeniz'le birleşmesi, mitolojide ve kimi kutsal kitaplarda da yer alan Nuh Tufanı ile de ilişkilendirilmiştir. Bu konuda pek çok araştırma yapılmış ve 2001’de Amerikalı araştırmacı Robert Ballard'ın bulgu ve savları büyük yankı uyandırmış, çalışmaları 2001’de National Geographic dergisinde yayınlanmıştır. Ballard'a göre Buzul Çağı'nda Karadeniz, çevresinde verimli tarım alanları bulunan büyük bir tatlı su gölüydü. Günümüzden 12.000 yıl önce başlayan buzul çözülmeleriyle birlikte ortaya çıkan sular, Boğazın güneyindeki engelin ardında birikmeye başladı. Sonunda engeli aşan sular muazzam bir hızla Karadeniz'e akmaya başladı. Bir tatlı su gölü olan Karadeniz'e tuzlu deniz suyu doldu ve bu süreç boyunca Karadeniz'in suları günde 15 cm kadar yükseldi. Su seviyesindeki toplam yükselişin 150 m olduğu kabul edildiğine göre bu süreç 1000 gün yani yaklaşık 3 yıl sürdü. Tufanı savunan bilim insanlarına göre verimli tarım alanlarını ve göl çevresi yerleşimlerini yutan bu olağanüstü su yükselmesi kuşaktan kuşağa Nuh Tufanı olarak aktarılarak günümüze dek ulaştı.
Fotoğraflar
İstanbul Boğazı’nın uydu fotoğrafı. Renk farkı akıntıyı da gösteriyor.
1900’lerde Yeniköy Sahili ve Yalılar
Her iki yakasındaki yeşil alanları giderek azalan Boğaz’ın bugünkünden daha yeşil günlerini canlandıran, kendisi de bir Boğaz çocuğu ve Boğaz ressamı olan Tülin Kuntsal’a ait yağlıboya tablo. (Mihrabad Tepesi’nden Boğaziçi)
Tülin Kuntsal’a ait bir başka Boğaz tablosu.
(Kızkulesi ve balıkçı iskelesi)
Tülin Kuntsal’a ait bir başka Boğaz tablosu.
(Kuzguncuk’taki Çınaraltı Kafe’nin önü)
Tülin Kuntsal’a ait bir başka Boğaz tablosu.
(İstanbul Boğazı'nın hemen kıyısında yer alan Emirgan Hamid-i Evvel Camii. 1781’de I. Abdülhamit tarafından erken yaşta ölen Şehzadelerinden Mehmet ve onun annesi Hüma Şah Hatun için yaptırılmıştır.)
Günümüzde Dolmabahçe Camii ve Boğaz.
Comments