Knut Hamsun ‘Açlık’ Romanı Üzerine
Hamsun’un ‘Açlık’ isimli romanı; hem kendi davranışları hem de karşılaştığı tüm karakterler üzerinden ahlaki değerleri sorgulayan, yer yer hayali sınırlarda dolaşan ve olmak istediği haliyle varoluş sancısı çeken bir yazarın hikayesi. Ara ara gazetelere kısa yazılar hazırlayarak elde ettiği az miktardaki paralar ile karnını doyursa da günlerce devam eden açlığını bastırabilmek için ceketinden parça koparıp ağzına atar, talaş yer ve bir gün kasaptan aldığı kemikli eti karanlık bir köşede çiğ çiğ kemirir ve dahası parmağını ısırıp kendi kanını emerek beslenmeye çalışır. Tüm bu haline rağmen, gururundan ve kendi inandığı değerlerden ödün vermek istemeyen bir insandır.
Yazarın hikayesi Hamsun’un kendi hayat hikayesidir denilebilir. Hamsun, 1859 yılında Norveç’de yedi kardeşin dördüncüsü olarak dünyaya gelmiş. Ailenin kuzeye göç etmesi sonrasında Knut’un dayısının yanına gönderilmesi ile yollara düşme süreci başlamış. Dayısının sert bir karakteri olduğunu ve aç bırakarak yönetmeyi tercih ettiğini belirten Knut 14 yaşındayken dayısının yanından ayrılmış ve çeşitli işlerde hayatını kazanmaya çalışmış. Bu süreçte yazmaya başlamış ve yazmaya devam edebilmek için para bulmaya çalışmış. Hatta bir gemiyle Kopenhang’a gidip, trençkotunu rehin bırakıp bulabileceği en ucuz odayı kiralayarak yazmaya çalışmış ve 1890 yılında Açlık romanını tamamlamış.
Romanı okurken insanoğlu olarak ihtiyacımızın ötesinde çok yemek yediğimizi düşündüğüm hatta yer yer yemek yemekten tiksindiğim oldu. Romanın karakteri de günlerce aç kaldıktan sonra yemeğe saldırır ama vücudu kabul etmez, istifra eder. Böyle olsa da açlığı hissetmek ve yemek arayışına düşmek temel bir ihtiyacımız olduğu için bunu yapmak zorundadır ve işte biz de bu arayışına ve yer yer tanrıya isyanına yakından tanıklık ederiz:
‘Yemekten tiksindiğim halde yine de beni rahatsız eden tek şey açlıktı. Yeniden rezilce bir iştah duymaya başlamıştım, içimde durmadan artan bir yemek istediği idi bu.’
‘Sana sesleniyorum, ey göklerdeki kutsal Baal sen artık yoksun, eğer var olsaydın, cehennem ateşiyle göklerin titresin diye sana lanet ederdim.
Hamsun romanın tüm sayfaları boyunca okuyucuyu yazarla birlikte Oslo (Kristiania) caddelerinde, meydanlarında gezdirmiş, yazarın açlık duygusunu ve çektiği acıyı, yaşadıklarına rağmen gururunu ve onurunu koruma çabalarını ve yazma isteğini tüm çarpıcılığı ile aktarmıştır. Yazarın Nazi rejimine duyduğu yakınlık ve 1920 de verilen Nobel Ödülü’nü Nazi propaganda bakanı Goebbels’e ithaf etmesi sonrasında ülkesinde tartışmalı bir durumu olması ve edebi onurunun ve zenginliğinin geri planda kalması üzücü. Yazarın siyasi bir durumu bir yana, edebi yönden zenginliği tadılmalı diye düşünüyorum. Ben Dünya Nimeti eseri ile devam etmeyi düşünüyorum.
Jose Saramago – ‘Bilinmeyen Adanın Öyküsü’ ve Düşündürdüklerine Dair
Saramago eserine, ‘Bir adam kralın kapısını çalmış ve ona demiş ki, Bana bir tekne ver.’ cümlesi ile başlar. Bu adam tekne ile bilinmeyen adayı arayacağını söyler. Hayatının yönünü değiştirmek isteyen bir kadın bu adama eşlik eder ve bilinmeyen adanın aranması yolculuğu böyle devam eder. Kitap çok kısa ve derin bu yüzden çok fazla anlatmak istemiyorum. Yalnızca kitabın bazı kısımlarına burada yer vereceğim:
‘Kim olduğunu bilmiyorsan kendin olabilmen mümkün değildir.’
‘Beğenmek, sahip olmanın en iyi şekli, sahip olmaksa beğenmenin en kötü şekli olsa gerek.’
‘Ama ben bilinmeyen adayı bulmak istiyorum, o adaya ayak bastığımda kim olduğumu öğrenmek istiyorum, Bilmiyor musun ki, Kendinden dışarı çıkıp kendine bakmadıkça kim olduğunu asla bilemezsin,’
Ben bu kısımların altını çizdim ve öykü devam ederken düşündüm: Aslında bu dünyaya kendi isteğimiz ve irademiz dışında sınırlı bir süre için geldik ya da atıldık. Peki bu sınırlı süreyi nasıl geçireceğiz? Kendimizi aramak, varlık amacımızı bulmak belki de yolculuğun sürekli devam eden tek amacı. Acaba bilinmeyen bir ada bulsak orada kendimizi öğrenmek mümkün mü? Yoksa bilinmeyen ada arayışında aslında kendimizi ve sevdiklerimizi buluyoruz ve derken bilinmeyen ada bilinir hale mi geliyor?
Okurken belki başka cümlelere dikkat edersiniz ve öykü size başka sorular sordurur. Sonuçta sanat eserlerini kendi gözümüz ve algımız üzerinden görüp şekillendiriyoruz.
Saramago’nun düşünsel derinliğini, hapsolduğumuz, üzerine düşünmediğimiz ve gerçek diye bildiklerimizi sorgulama şeklini ve üslubunu seviyorum. Onunla ‘Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş’ romanı ile tanıştım ve akabinde ‘Mağara’ romanını okudum ve her ikisinde de büyük zevk aldım. Bu yazının yazılma amacına dönersek demek istediğim, bu öykünün ve içerisindeki güzel çizimlerin sizi düşündürmesine izin verin.
Comments