top of page

Otizm Spektrum Bozukluğu

Güncelleme tarihi: 1 Ara 2022

Nörogelişimsel bir bozukluk olan Otizm Spektrum Bozukluğu (OSB), sosyal-iletişimsel alanda yetersizlik, sınırlı ilgi alanları, stereotipik ve tekrarlayıcı davranışlarla karakterizedir. Günümüzde her 59 çocuktan birinde görülme olasılığı olan ve farklı genetik, epigenetik ve çevresel faktörlerin etkili olduğu düşünülen otizm spektrum bozukluğunun sebepleri kesin olarak bilinmemektedir.


Araştırma sonuçlarının otizm spektrum bozukluğunun genetik bir temeli olduğunu düşündürmesiyle birlikte, otizm tanılı çocukları olan ailelerin ikinci çocuklarında otizm ve benzeri durumların görülme oranının % 4-10 arasında olması ve çift yumurta ikizlerinde bile eştanı oranının %70’e ulaşmaması, bu bozukluktan sadece genetik etmenlerin sorumlu olmadığı ve otizm spektrum bozukluğunun çevresel etkenlere de bağlı olduğu görüşünü desteklemektedir.

İlk ayırt edildiği yıllardan beri oldukça gizemli görünen otizm ilk kez 1943 yılında psikiyatrist Leo Kanner tarafından, 11 otizmli çocuk üzerindeki gözlemleri sonucunda tanımlanmıştır. Çocuğun dışarıdan verilen uyaranları yok farz etmesi, aldırmaması, bağırması ve çocukta aşırı bir otistik yalnızlığın gözlemlenmesi sebebiyle Kanner bu sendromu erken çocukluk otizmi olarak isimlendirmiştir. Aşırı otistik yalnızlık, iletişim eksikliği ve dönen nesnelere karşı aşırı ilgi duymak gibi obsesif-kompulsif ve törensel davranışlar otizmin temel özellikleridir. Gelişim düzeyine ve kronolojik yaşa göre farklılıklar gösteren otizm spektrum bozukluğu belirtileri arasında ailelerin çoğunlukla ilk dikkatini çeken belirti konuşmada gecikmedir. Annesine gereksinim duymuyormuş gibi davranan, annesinin davranışlarına ve yabancılara karşı kayıtsız kalan otizmli bir bebeğin diger bebeklerden farklı olduğu gözlenir. Otizm tanısı alan çocuklarda göz göze iletişim kurmada, vücut dilini kullanmada, sosyal uyaranları anlamada yetersizlikler olduğu ve bu sebeplerden dolayı sorunlu davranışlar sergiledikleri literatürde belirtilmektedir. Otizm tanısı konmuş çocuklar öncelikle cansız nesnelerle ilişki kurarlarken, canlılarla olan ilişkileri de sanki cansız bir varlıkla ilişki kuruyor gibidir ve sağlıklı bebeklerin ilk altı ayda sergilediği gülümseme, agulama gibi davranışlar gözlenmez.

Otizmli çocukların prognozunda en önemli faktörlerin; 5 yaşında konuşma becerisi ve zeka ile eğitsel destek programlarının erken başlaması olduğu düşünülmektedir. Daha fazla bağımsızlık ve otizm belirtilerinin azalmasının bütünleşik okul programlarına devam etme, akranlarla arkadaşlık becerisi ve etkileşim ve daha güçlü uyumsal beceriler ile bağlantılı olduğu düşünülmektedir. Otizmli yetişkinlerin %10-33’ü bir düzeyde konuşabilir, temel ihtiyaçlara cevap verebilir ve çalışabilir durumda olmakla birlikte, bu kişiler basit ifadelerden daha fazlasını kullanmamaktadır, genellikle sözel ve sözel olmayan zeka bölümlerinde gerilik gözlenmektedir ve günlük hayatın gereksinimlerinde desteğe ihtiyaç duyarlar.

Tedavisi henüz tam olarak mümkün olmayan otizme yönelik başvurulan tedavi yaklaşımlarıyla bazı belirtilerin hafifletilmesi ve otizmli birey ile ailesinin yaşam kalitesinin artırılması amaçlanmaktadır. Otizmli çocukların tedavisinde odak noktası, olağan olmayan davranışların azaltılması ve iletişimleri ile sosyal becerilerinin artırılmasıdır. Odaklanılan bu hedeflere ulaşmak için tedavide davranışçı yaklaşımlar, psikoeğitim, fizik tedavi, konuşma terapisi, uğraşı tedavisi ve farmakolojik tedavilere başvurulmaktadır. Bu yöntemlerden davranışçı yaklaşımlar ve psikoeğitim etkinlik açısından öne çıkmaktadır.


Doğuştan gelen ve çoğunlukla 0-3 yaş arasında fark edilen gelişimsel bir rahatsızlık olan otizm spektrum bozukluğuna yönelik araştırmalar, erken tanı ve doğru uygulanan yoğun ve sürekli bir eğitim programının otizm spektrum bozukluğu olan bireylerin yaklaşık %50’sinde hastalık belirtilerinin kontrol altına alınabilmesini sağladığını göstermektedir. Aralıksız devam eden doğru, etkili ve bireyin ihtiyaçlarına yönelik eğitim programları, otizm spektrum bozukluğuna sahip bireyler üzerinde olumlu sonuçlar doğurmakla birlikte, bireyin yetenek ve becerilerinin açığa çıkarılması noktasında da büyük rol oynamaktadır. Bir çocuğun otizm spektrum bozukluğu tanısı almasının, yaşamı boyunca akranları ile aynı düzeyde olamayacağı anlamına gelmediği unutulmamalıdır.




Uzman Psikolog Berat Kayaalp lisans eğitimini Haliç Üniversitesi Psikoloji Bölümünde tamamlamıştır. Lisans eğitimi sürecinde Marmara Üniversitesi Hastanesi`nde Prof. Dr. Mehmet Sungur başkanlığındaki Psikiyatri Anabilim Dalı`nda ve Fransız Lape Psikiyatri Hastanesi`nde stajlarını tamamlamasının ardından Haliç Üniversitesi Klinik Psikoloji Bölümü`nde yüksek lisans eğitimine başlamış ve eğitimi sürerken İngiltere`ye giderek Leeds Metropolitan University’de yüksek lisans eğitimini tamamlamıştır. Yüksek lisans eğitimi boyunca İngiltere’de birçok uzmandan süpervizyon ve eğitimler almış ve sonrasında da İngiltere`de kalarak üniversite bünyesinde ve kendi merkezinde danışan görmeye devam etmiştir.

Türkiye`ye dönmesinin ardından Türk Silahlı Kuvvetleri Van Askeri Hastanesi`nde uzman psikolog olarak çalışırken, uygulamalı alanda yaptığı çalışmaların yanı sıra Haliç Üniversitesi`nde öğretim görevlisi olarak eğitimler vermiştir. SportsLab Psikolojik Danışmanlık Merkezi’nde çocuk, ergen ve yetişkinlerle çalıştıktan sonra, Amerika Birleşik Devletleri merkezli sağlıklı yaşam kuruluşu Canyon Ranch Wellness Resort’un psikoloğu olarak görev almış ve bu merkezde danışan görmesinin yanı sıra Canyon Ranch Wellness Resort ve The Johns Hopkins Hospital bünyesinde çalışan doktorlarla eğitim ve çalışmalara dahil olmuştur.

İkinci yüksek lisans eğitimini İstanbul Rumeli Üniversitesi Klinik Psikoloji bölümünde tamamlayan Uzman Psikolog Berat Kayaalp, terapi seanslarını çocuk, ergen ve yetişkin danışanlarıyla online ve yüz yüze olarak sürdürmektedir.




91 görüntüleme

Son Yazılar

Hepsini Gör

Kurmacalar

bottom of page