top of page

Osman Hamdi Bey’in Romanı



Erol Kuntsal 


Arkeolog, müzeci, ressam, idareci, milletvekili ve Kadıköy'ün ilk Belediye başkanı Osman Hamdi Bey’in (1842-1910), annesi Fatma Hanım, babası Sakız Adası'ndan ufak yaşta evlatlık olarak gelen, Rum asıllı Osmanlı sadrazamlarından İbrahim Ethem Paşa’dır. 


Babası İbrahim Ethem Paşa ve Ailesi

Osmanlı'nın ilk maden mühendisi olan İbrahim Ethem Paşa (1818-1893), İstanbul'a getirildiğinde, çocuğu olmayan Kaptan'ı Derya Koca Hüsrev Mehmet Paşa (1769-1855) tarafından yetiştirildi. Kaptan'ı Derya Hüsrev Paşa’nın dikkate değer bir özelliği, aralarında sonradan sadrazam olacak İbrahim Ethem Paşa'nın da bulunduğu yüz kadar çocuğu küçük yaşta, kimi zaman köle pazarından evlatlık alması, onları özel hocalarla kendi evladı gibi yetiştirmesi ve sonra devlet memuru olmalarını sağlamasıdır. 


ree

(1) Babası İbrahim Ethem Paşa (1818-1893)


Çocukların çoğu ilerleyen yıllarda devlet içinde önemli mevkilere gelmişlerdir. İbrahim Ethem henüz 9-10 yaşlarındayken 1829 yılında Hüsrev Paşa tarafından Fransa'ya eğitim için gönderilen ilk çocuklardan biridir. Hüsrev Paşa, Tanzimat Meclisi üyeliği, Encümen-i Daniş üyeliği (Encümen-i Daniş, Osmanlı Devleti’nde 1851-1862 yıllarında hizmet vermiş bir bilim kuruludur. Kurucusu Mustafa Reşit Paşa’dır. Fransız İlimler Akademisi’ni örnek alarak kurulan bu kurulun başardığı en önemli iş, Ahmet Cevdet Paşa’ya yazdırılan “Tarih-i Cevdet” adlı eserdir.), Şurayı Devlet üyeliği, Sadrazamlık, Hariciye Nazırlığı, Ticaret Nazırlığı, Valilik, Berlin Elçiliği, Viyana Elçiliği yaptı, Abdülmecit'in Fransızca öğretmeni oldu. Pasteur'ün sınıf arkadaşı olduğu söylenir.

İbrahim Ethem Paşa, Sultan Abdülmecit'in Yağlıkçılar Kâhyası Hacı Mustafa Ağa'nın kızı Fatma Hanım ile evlendi ve bu evlilikten dört çocuğu oldu. En büyüğü Osman Hamdi Bey’dir. Diğerleri sırasıyla Halil Ethem, İsmail Galip ve Mustafa'dır. Halil Ethem Eldem başta olmak üzere bütün kardeşleri önemli işler yaptılar. 


Osman Hamdi Bey’in Hayat Hikayesi

Osman Hamdi Bey'in çok yönlü yetişmesinde öncelikle ailesi rol oynadı. İlkokuldan sonra, 1856 yılında Maarif-i Adliye okuluna başladı. Daha 16 yaşındayken yaptığı kara kalem resimlerle çevresinin dikkatini çekti. Babası ile birlikte gittiği Viyana'da, müze ve sergilerle ilgilendi. Babası İbrahim Ethem Paşa gibi kendisi de öğrenimini Avrupa'da gördü. Paris'te kaldığı 12 yıl boyunca hukuk öğrenimini sürdürürken o dönemin ünlü ressamlarının atölyelerinde çalışarak iyi bir resim eğitimi aldı. Aynı dönemde Osmanlı Devleti resim öğrenimi için Şeker Ahmet Paşa (1841-1907) ve Süleyman Seyyid’i de (1842-1913) Paris’e göndermişti. Osman Hamdi Bey’in ilk görevi Bağdat İli Yabancı İşler Müdürlüğü idi. Mithat Paşa’nın Bağdat valisi olması nedeniyle geldiği bu şehrin çeşitli görünümlerini yansıtan tablolar yaptı, Bağdat tarihi ve arkeolojisi ile ilgilendi. O sırada Mithat Paşa’nın yardımcısı olan, geleceğin ünlü romancısı Ahmet Mithat Efendi ile tanışıp dost oldu. 


ree

(2) Osman Hamdi Bey (1842-1910)


Bağdat'ta ilk arkeolojik çalışmalarını yaptıktan sonra gerekli yasanın çıkarılmasını sağladı ve tüm arkeolojik çalışmaların kontrolünü üstlenerek Osmanlı’da modern arkeoloji biliminin öncüsü oldu. İstanbul’a döndüğünde Saray Protokol Müdür Yardımcısı oldu ve Viyana’da düzenlenen Uluslararası sergiye komiser olarak katıldı. 1875 yılında Kadıköy'ün ilk belediye başkanı oldu ve bu görevi bir yıl devam etti. İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin kurulmasını sağladı, 29 yıl müdürlüğünü yaptı ve müzenin dünyanın sayılı müzeleri arasına girmesini sağladı. En önemli kazıları, 1887-1888'de gerçekleştirildiği Sayda Lübnan Kral Mezarlığı kazılardır. Bu kazılarda dünyaca ünlü İskender Lahdi'ni buldu. 


ree

(3) İskender Lahdi, MÖ 4. yüzyıla ait, Sidon Kralı Abdalonymos'a ait olduğu düşünülen kral lahdidir. Uzun cephesinde Makedonya Kralı Büyük İskender'in Perslerle yaptığı savaşlara ilişkin rölyefler bulunduğu için "İskender Lahdi" adıyla tanımlanmıştır. Aslında İskender’in Ortadoğu’da veya Mısır’da olduğu söylenen mezarı ve lahdi kayıptır. İstanbul Arkeoloji Müzesinde bulunan ve Osman Hamdi Bey tarafından 1887 yılında İstanbul’a getirilen en önemli eser olarak kabul edilmektedir.


Ardından Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi'ni kurdu. Viyana’da iken tanıştığı Marie adlı bir başka Fransız hanımla ikinci evliliğini yaptı. Naile Hanım adını alan ikinci eşinden dört çocuğu oldu. 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nden sonra devlet memurluğundan erken emekliliğe ayrılarak, Gebze'ye bağlı Eskihisar köyündeki evinde kendini resim yapmaya adadı. 1881'de Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) müdürünün ölümü üzerine müze müdürü olarak baştan Osman Hamdi Bey düşünülmese de dönemin sadrazamlarının etkisiyle Sultan tarafından bu göreve tayin edildi. 1882’de Sultan II. Abdülhamit, tarafından, Türkiye’nin ilk güzel sanatlar okulu olan ve günümüzde varlığını Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi olarak sürdüren Sanayi-i Nefise Mektebi’nin müdürlüğü ile görevlendirildi. Okul binasını Mimar Vallaury ile birlikte tasarladı. Binanın inşası ve akademik kadronun kurulmasının ardından okulu 1883 yılında öğretime açtı. Müze-i Hümayun müdürü olarak ilk işi, eski eserlerin yurt dışına götürülmesini yasaklayan bir tüzük hazırlamaktı. Yürürlükteki 1874 tarihli "Asar-ı Atika Nizamnamesi"ni 1883 yılında yeniden düzenledi. Bu yeni düzenleme ile, bulunan eski eserler devlet malı sayıldı ve Osmanlı topraklarından eski eser kaçırılmasını önlendi.


ree

(4) İskender Lahdi ile aynı mezar odasında bulduğu ve İstanbul’a getirdiği “Ağlayan Kadınlar Lahdi” İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir. MÖ 360 yılında ölen Sayda Kralı Straton'a ait olduğu veya Saydalı bir zengin için yapıldığı tahmin edilmektedir. Dünyanın en iyi korunmuş lahitlerinden biridir. Yapımında birden çok heykeltıraşın çalıştığı anlaşılmaktadır.


Müze müdürlüğü sırasında ilk Türk bilimsel kazılarını başlatarak, Nemrut Dağı, Lagina (Muğla, Yatağan) ve Sayda (Lübnan)'da arkeolojik kazılar gerçekleştirdi. Sayda'da yaptığı kazılarda bulduğu antik eserler arasında arkeoloji dünyasının başyapıtlarından sayılan İskender Lahdi de bulunmaktadır. Söz konusu eserler, İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde sergilenmektedir. Ona uluslararası ün getiren bu kazılarla ilgili bir kitap yazdı ve yakın çevresini de çeşitli kazılarda görevlendirdi. Oğlu Mimar Ethem Bey’in Tralles antik kentinde (Güzelhisar, Aydın) yaptığı kazılarda Antik Yunan tanrısı Artemis'e atfedilmiş bir tapınağın frizleri ile daha birçok eser ortaya çıkarıldı ve Müze-i Hümayun’a getirildi. Aydın’da Alabanda ve Sidamara antik kentlerindeki kazılarında kardeşi Halil Ethem Bey’i görevlendirdi. Müze memurlarından Makridi Bey, Rakka, Boğazköy, Alacahöyük, Akalan, Langaza, Rodos, Taşöz ve Notion kazılarını yürüttü. Kazılar neticesinde bulunan eserleri sergileyebilmek için yeni bir bina arayışına girdi. Eserler, Aya İrini’den sonra Çinili Köşk’e taşınmıştı ancak burası da yetersizdi. Devrin yöneticilerini ikna ederek bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzesi binasını inşa ettirdi. Üç aşamada tamamlanan müze binasının ilk kısmı 1899'da, ikinci kısmı 1903'te, üçüncü kısmı 1907 yılında ziyarete açıldı. Müzenin içinde fotoğrafhane, kütüphane ve modelhane yaptırdı. Müze-i Hümayun, arkeoloji ağırlıklı bir müze oldu. Koleksiyondaki silahlar ve askeri teçhizat Aya İrini’de bırakıldı ve "Esliha-i Askeriye Müzesi" adıyla düzenlendi. Bugünkü Askeri Müze’nin temeli olan bu yeni müze, 1908’de ziyarete açıldı. Osman Hamdi Bey’in İstanbul dışındaki kentlerde kurdurduğu eser depoları ileride kurulacak bölge müzelerinin temeli oldu. Tüm bu çabaları, onu çağdaş Türk müzeciliğinin ve Güzel Sanatlar Akademisi’nin kurucusu yaptı. Müzecilik ve arkeoloji çalışmalarını sürdürürken resim yapmayı hiç bırakmadı. Ömrünün son günlerine kadar her gün birkaç saat resim yaptı. 


ree

(5) Osman Hamdi Bey “Silah Taciri” adlı resmini yaparken (1908), Resmin orijinali Ankara Resim ve Heykel müzesindedir, boyutları 175X130 cm’dir.



ree

(6) 24 Şubat 1910 günü İstanbul Kuruçeşme'deki yalısında hayatını kaybetti. Ayasofya’da kılınan cenaze namazının ardından müzenin bulunduğu Çinili Köşk’e getirilen cenazesi, vasiyeti üzerine Gebze’deki Eskihisar’a götürülerek defnedildi. Mezarının başına Bakanlar Kurulu kararıyla iki isimsiz Selçuklu taşı kondu. Sanatçının Eskihisar'daki köşkü 1987’den bu yana müze haline getirildi.


Eserleri

İlk Türk ressamlarından biridir ve Türk resminde “figürlü kompozisyon” kullanan ilk ressamdır.   Türk resim sanatının ilk kuşağını oluşturdu. Dekor olarak tarihi yapıları, aksesuar olarak tarihi eşyaları kullandı. "Kaplumbağa Terbiyecisi" (1906) ve "Silah Taciri" (1908) Osman Hamdi’nin en ilgi çeken özgün eserlerindendir. Birçok resmi İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Londra, Liverpool ve Boston müzelerinde sergilenmektedir. 



ree

(7) Kaplumbağa Terbiyecisi (222x122 cm) adlı baş yapıtı (1906) Pera Müzesindedir.  Sanatçı bir yıl sonra 1907’de, bazı farklılıklar olsa da aynı kompozisyonu yansıtan daha küçük boyutlu bir resim daha yapmıştır (136x87 cm). Bu versiyon Türkiye İş Bankası’nın İstanbul İstiklal Caddesi’ndeki  Resim Heykel Müzesindedir. Kaplumbağa terbiyecisinin profili, Osman Hamdi Bey’in profili ile uyumludur.


Osman Hamdi Bey oryantalist bakış açısına sahipti. Avrupalı sanatçılar gibi İslam mimarisi, çiniler, halılar ve kostümlerden yararlandı ve bu öğeleri son derece detaylı ve gerçekçi bir şekilde resmetmeyi başardı. Avrupalı sanatçıların ana teması İslam uygarlığının çöküşü olmasına rağmen, Osman Hamdi bu konuyu işlemedi, eski ve yıkık yapılar ile şehvet ve vahşet temalarına yer vermedi. 

ree


(8) Eşi Naile Hanım


Her ne kadar oryantalist düşüncenin izlerini eserlerinde taşısa da renk kullanımı, kompozisyon ve içerik açısından klasik Oryantalizm anlayışını aşarak eserlerine özgün bir ruh kattı. 


ree

(9) “Kuran Okuyan Kız” adlı tablosu (1880).


Emre Caner’in “Kaplumbağa Terbiyecisi, Osman Hamdi Bey’in Romanı” Adlı Kitabı

Osman Hamdi Bey’in yukarıda özetlemeye çalıştığım hayatını, akıcı bir roman üslubunda anlatan ve Kapı Yayınları tarafından yayımlanan bu kitabı okumanızı öneriyorum. Hem önemli bir şahsı tanımış, hem de o dönemi ve olaylarını yaşamış olacaksınız. Aslında bir biyografi olan bu roman, çok çalışmış ve bu topraklara aydınlanma düşüncesinin tohumlarını serpmiş bir adamın hayatını akıcı bir dille anlatıyor.

ree


Yazımı kitabın tanıtım bölümü ile bitiriyorum:  “Tablo bittiğinde Osman Hamdi başyapıtına baktığını hemen anladı. Sonuçtan hayli memnundu. Ama resmi görenler tabloda ne anlatıldığını anlamakta zorlanmışlardı. Birbirlerine kaplumbağa terbiyecisi diye eski bir mesleğin olup olmadığını soruyorlardı. En okumuş yazmışlar bile böyle bir meslekten söz edildiğini hiç duymamışlardı. Nerede çalışırlardı bu adamlar? Sirklerde mi? Yoksa saray bahçesinde mi? Kimse bilmiyordu. Osman Hamdi de hayatı boyunca kimsenin bilmediği meslekler yapmıştı. Ressam olmuştu en başta. Sonra müze müdürü. Bir arkeolog. Ardından da güzel sanatlar akademisi müdürü. Onun kaplumbağa terbiyecisinden bir farkı yoktu aslında!”


 
 
 

Yorumlar


bottom of page