top of page

SULTANAHMET CAMİİ ve TRUVA HARABELERİ

Güncelleme tarihi: 1 Eki 2020

SULTANAHMET CAMİİ ve TRUVA HARABELERİ

Yazan: EROL KUNTSAL

Son günlerde Ayasofya Camii gündemde. Ayasofya’nın yapım sürecini ve tarihini az çok herkes öğrendi. Hemen yanındaki Sultanahmet Camii de bu arada gündeme geliyor. Ama onu yaptıran I. Ahmet’i ve yapım sürecini o kadar konuşmuyoruz.

SULTAN I. AHMET

Doğumu: Manisa 18 Nisan 1590, ölümü: İstanbul 22 Kasım 1617, saltanatı: 21/22 Aralık 1603-22 Kasım 1617. Babası III. Mehmet, Annesi Handan Sultan’dır. (Asıl adı Helen, asıl milliyeti Rum). Babası öldüğünde geriye iki oğlu kaldı; Şehzade Ahmet ve kardeşi Mustafa. Babasının öldüğü gece 14 yaşında ve 14. Osmanlı padişahı olarak tahta çıktı. Saray dışına çıkmamış ve henüz sünnet olmamıştı. Hükümdar oluşunun 33. gününde sünnet oldu. O yıllarda duraklama dönemi başlamıştı. Siyasi çekişmeler, entrikalar, saray kadınlarının saltanatı ve Celali İsyanları sebebiyle huzursuzluk hakimdi. İlk önce, annesinin de etkisi ile büyük annesi Safiye Sultan’ı (Asıl adı Bafo, asıl milliyeti Venedikli) Eski Saray’a naklettirdi. Kardeşi Mustafa’yı katlettirmedi ve kardeş katli uygulamasına ara verdi. Bu davranışı, gösterilen sevgi ve saygıyı arttırdı. İlk yıllarda henüz çocuk olduğu için annesinin ve hocalarının etkisindeydi. Yaşı ilerledikçe kararları kendi vermeye ve yönetime sahip çıkmaya başladı. Hiç sefere çıkmadı, ancak tayin ettiği komutanlar önemli başarılar sağladılar. Yanlışlarını gördüğü Sadrazam dahil herkesi boğdurmakta tereddüt etmedi. Oldukça sert bir karaktere sahipti. Dindar bir düşünce yapısı vardı. Sefahat alemlerine katılmadığı için sevgi ve saygı kazandı. Tahtta 14 yıl kaldıktan sonra Ekim 1617’de hastalandı. Önce sıtma teşhisi konuldu. Hastalık hızla ilerledi ve 27 Kasım 1617’de mide kanserinden 28 yaşında vefat etti. Ölümünden sonra tahta, padişah olduktan sonra öldürtmediği baba bir anne ayrı kardeşi Mustafa çıktı. Geride yedi şehzade bıraktı. Bunlardan II. Osman (Genç Osman) (Annesi Hatice Sultan, asıl adı Evdoksiya, asıl milliyeti Rum), IV. Murat ve I. İbrahim (Deli İbrahim) (Anneleri Kösem Sultan, asıl adı Anastasya, asıl milliyeti Rum) padişah oldular. Kendi döneminde sesi çıkmayan eşi Kösem Sultan, daha sonra kadınlar saltanatının en tanınan kişisi oldu.

SULTANAHMET CAMİİ (İLK ADI AHMEDİYE)


I. Ahmet, Macaristan ile 1606’da yapılan Zitvatorok anlaşması sonrası Celali İsyanlarını da bastırdıktan sonra, ihtişamlı bir cami yaptırmak istedi. Önce Eminönü’nde temelleri yükselmiş olan camiyi [bugünkü Yeni Cami] tamamlamak istedi. Ama bundan vazgeçti.

Sultanahmet Camii mimarı Mehmet Ağa 1569’da sarayın sedefkarlık ve mimarlık bölümüne girdi ve tam 21 yıl Mimar Sinan’a çıraklık ve kalfalık yaptı. Sinan’ın vefatından sonra baş mimar oldu. İlk işi Kâbe’nin onarılması ve ünlü altınoluklarının konulmasıdır. Hizmetleriyle dikkat çekti ve ismi sarayda konuşulmaya başlandı.

Cami için ilk akla gelen yer, Rüstem Paşa Sarayı’nın yeriydi. Aranan şartlara sahip, yüksek ve havadar bir yerdi. Öbür selâtin camilere eş değerde, Padişahın saraydan rahatça görebileceği bir yerdeydi. Yıkılsa bile ilave istimlak gerekecek, yıkım dışı kalan çevre sokaklar inşaat çalışmalarından zarar görecekti. Padişahın deyimi ile “Bir mescit yapılacak ama bir nice gönül de yıkılmış olacaktı.” Onun yerine At Meydanı’nın [Hipodrom] kıble yönündeki Ayşe Sultan Sarayı akla geldi. Bu alan denize bakıyordu, genişti, Saray’a yakındı ve çevresi çok meskun değildi. Padişah, Ayşe Sultan’a otuz bin tam ayarlı altın gönderdi. O da gönül hoşluğu ile mülkünü Hünkar’a devretti.

Külliye yapımına arazideki yapıların yıkılmasıyla başlandı. 7 Kasım 1609 Perşembe günü, bütün devlet erkânı arazide toplandı. Büyük bir tören düzenlendi. Padişah’a, istediği zaman gelip çalışmaları seyretmesi için bir köşk kuruldu. Önce mimarbaşı Mehmet Ağa’nın planına göre, dört duvarın, mihrabın, sütunların ve minarelerin yerleri tespit edildi. Temel kazısına geçildi ve önce Şeyhülislam, sonra Vezir-i Azam, vezirler, kadı, askerler ve ulema, dualarla kazıya başladılar. En sonra Padişah, seyir köşkünden indi, yoruluncaya ve terleyinceye kadar kazı yaptı. Padişahın temel kazdığı, sapı kadife kaplı altın kazma Topkapı Sarayı’nda sergileniyor. Evliya Çelebi, her zaman olduğu gibi romantik ve dramatik bir dille, genç Padişah’ın eteğine doldurduğu taşları dökerken, el açıp Allah’a yakararak, “Ahmet kulunun hizmetidir, kabul eyle” diye dua ettiğini yazıyor. Kurbanlar kesildi, yoksullara ziyafet çekildi, hediyeler verildi. Sonrasında, bir gün yeniçeriler bir gün sipahiler [atlılar] olmak üzere askerler ücretsiz çalıştılar. Padişah onlara her gün ziyafetler çekti. Temel kazma işi yaklaşık bin işçiyle 30 günden fazla sürdü. Açılan temel için çevre duvarı altına, toprakta çürümeyen ağaç kazıklar çakıldı. 4 Ocak 1610 Pazartesi sabahı protokol orada toplandı. Taş yontucular, her önemli kişi için bir temel taşı hazırlamışlardı. Temel çukuruna inerek, sıra ile önce Şeyhülislam, vezirler ve ileri gelenler, dualarla taşları mihrabın temeline yerleştirdiler. İnşaat başlamış oldu. Halk dağılınca, Padişah geldi. İpek bir torbanın içinden birkaç mücevher alarak mihrabın temeline yerleştirdi. Kurbanlar kesildi. Ustalar ve işçilerden başka tüm yoksullara ziyafet çekildi, sadaka verildi, gönül alındı.

Yapımda kullanılacak taş, ağaç ve kurşun gibi, İstanbul dışından alınacak malzemeyi bulmak, satın almak ve getirmek için mutemetler görevlendirildi. Gerekli kerestenin; tür, boyut ve sayısını belirten defterlerle orman bölgelerine giden görevliler, padişah fermanını yörenin kadısına göstererek yardım aldılar. Malzemenin hazır olmadığı durumlarda ağaç kesilerek kereste hazırlanıyor, kıyıya indirilerek deniz yoluyla İstanbul’a getiriliyordu. Kurşun, Üsküp’ten Selanik’e getirildi ve gemilere yüklendi. Marmara adasında kesilen mermerler, yine gemilerle İstanbul’a getirildi. Taş kesen esirlere, onları çalıştıranlara, malzeme getiren gemilere ve reislerine, malzeme taşıyan at ve eşek sürücüleri ile hamallara yapılan ödemeler kaydediliyordu.

Osmanlı’nın ilk 6 minareli camiidir. Bugün ise, Türkiye'de 6 minaresi olan 5 camiden biridir. Diğer 4 tanesi; İstanbul Çamlıca Camii, İstanbul Arnavutköy Taşoluk Camii, Adana Sabancı Camii ve Mersin Muğdat (Mikdad) Camii'dir. [Hz. Muhammed’in Sahabelerinden birinin adı verilmiştir ve 18 şerefelidir].

Minare sayısı açıklanınca Sultan küstahlıkla suçlandı, çünkü Kabe'de de 6 minare vardı. Sultan bu problemi, Kabe’ye yedinci minareyi yaptırarak çözdü. 6 minarede toplam 16 şerefe var. Bu, Fetret Devri de hesaba katıldığında I. Ahmet’in Osmanlı’da tahta geçen 16. padişah olduğunu vurguluyor.

İznik ve Kütahya’da üretilen, 21.000 çini kullanıldı. Beyaz zemin üzerindeki panolarda servi, lale, sümbül, narçiçeği ve üzüm salkımlarından oluşan 50’den fazla muhtelif renk ve desende çini var. Hakim renk sebebiyle Mavi Cami olarak anılıyor. Arka balkon duvarındaki çiniler 1574 yangınında zarar gören Topkapı Sarayı'nın hareminden geri dönüştürülen çiniler.

Yapımı 7 yıl 5 ay 6 gün sürdü. Yapım aşamalarını yazan Cafer Çelebi, eserini 1614’de kapattığı için binanın tamamlanması hakkında bilgi yok. Verdiği bilgilerden, mimarın inşaatın her aşamasında işin başında olduğunu, avluda bir taşa oturup sağ elinde tespihi, sol elinde arşını, tespihin her tanesinde dua okuyarak çevreyi kontrol ettiğini ve ağır çalışan ustaları uyardığını öğreniyoruz. Kubbe bitip kilit taşı yerleştirilecek duruma gelişi bugünkü takvimle 9 Haziran 1617’dir. Osmanlıya göre bu olay görkemli bir ziyafet demekti. Avluya otağlar kuruldu, Padişah çadırına saraydan tahtı getirildi. Avludaki yemekten sonra ileri gelenler Otağ-ı Hümayun’un önüne geldiler. Önce Sadrazam Halil Paşa, sonra vezirler ve sıradakiler, Padişahın eteğini öperek, tebriklerini sundular. Kılınan ilk namazda, cemaate mercan tespihler hediye edildi. Görevliler bu değerli tespihleri namaza oturan herkesin dizi üzerine bırakarak dağıtıyordu. Ardından, camiye gelen hediyeler ve sedefli rahlelerde yüzlerce Kur’an yerlerine yerleştirildi. O zamana kadar yapılmış camilerin hiç birine, bu kadar çok sayıda ve bu kadar güzel kuranlar konulmamıştı. Habeş veziri Cafer Paşa, Hünkar mahfeline 6 tane zümrüt kandil astı. Altın zincirlerle inen zümrütlerin her biri kase şeklindeydi. Evliya Çelebi bunlar için “Her biri bir Rum haracı eder” diyor. Günümüzde bunların hiç biri yok. Açılışından yaklaşık 100 yıl sonra camii görenler, bu mücevherlerin hiç birinin yerinde olmadığını, birkaçı hariç, basit bazı şeylerin kaldığını yazarlar. Ya kaldırıldılar ya da yağmalandılar.

Kapladığı alan bakımından, Süleymaniye’yi ve Ayasofya’yı geride bırakıyor. İç mekanı çok geniş. Sinan’ın Süleymaniye’sinin kubbesini taşıyan fil ayaklar yerine, yuvarlak ve çok iri sütunlar kullanılmış. Sütunlardaki yivler çok aşağılardan başlatılarak, heybeti arttırılmış ve ağırlığı hafifletilmiş. Revaklı [kubbeli ve saçaklı] ve mermer döşeli iç avluda 26 granit ve mermer sütun, 30 adet kubbeyi taşıyor. 3 kapı ile girilen avlunun batı kapısı anıtsal ölçülerde. Avluda 6 sütunlu bir şadırvan var. Evliya Çelebi’ye göre, üç şerefeli minarelerin yalnız alemleri değil, külâhları da altın kaplıymış ve güneşte parlıyormuş.

Tasarımı, Osmanlı cami mimarisi ile Bizans kilise mimarisinin sentezi olarak yorumlanıyor ve Ayasofya’dan da esinlenildiği söyleniyor. Renkli taşlar, kalem işleri ve avizeler görkemi arttırmış. İç mekan 51x53 m boyutlarında. 43 m yüksekliğindeki merkez kubbenin çapı 23,5 metre. İçi 260 renkli cam ile aydınlatılmış. Pencerelerin renkli camları Venedik yönetiminin hediyesi. Bu renkli camların çoğu bugün sanat değeri olmayan modern taklitlerle değiştirilmiş. Mihrap, ince bir işçilikle oyulan Marmara Adası mermerinden yapılmış. Mihrapta Hacer-ül Esvet’ten bir parça var.

Sultanahmet Camii’nin havadan görünüşü

Avlunun batı girişinde, demirden bir zincir var. Bunun, avluya atıyla giren padişahın kafas